31 Ekim 2017 Salı

SEN VE BEN / 9.BÖLÜM



     
       Sınav Günü…
     
       Bugün üniversite sınavı var. Annemle babamın ölümünden beri Asiye Teyze ile sınava girip girmeyeceğim konusunda tek kelime konuşmamıştık. Daha doğrusu hiçbir konuda konuşmadık. Okuldan arkadaşlarım hocalarım da aramış ama onlarla bile konuşmamıştım. Niye konuşmadığımı ben de bilmiyorum ama benim adıma Asiye Teyze “Halen şoktan çıkamadı çok üzgün, kimseyle konuşmuyor kusura bakmayın ama aradığınızı söylerim” deyip beni kurtarıyordu. Gerçekten sadece bir şeyler yiyip televizyon seyredip, uyuyordum.
       Bu gece hariç…Geceden beri ayaktayım hiç uyumadım. Ben de kendime çok sordum acaba sınava girmeli miyim diye. Sonuçta beni zorlayan biri de yoktu. Ama bu zamana kadar gerçekten çok çalışmış emek vermiştim. Son üç haftadır hiçbir dersle ilgilenmemiş özel hocaları da kovalamıştım. Sanırım sınavı sırf başkaları istiyor diye kazanmaktan çok artık kendim için istiyordum.
       Evet, karar vermiştim bugün bu sınava girecektim. Günlerdir sınava nerede gireceğime dahi bakmamıştım. Sabahın altısında Asiye Teyzeye bir not yazıp sessizce evden çıkıp bir taksiye bindim ve okula gittim.
       Hiç heyecanlanmadan sonuna kadar zamanımı değerlendirdim. Bittiğinde okulun bahçesine inip etrafımı inceledim. Birçok aile çocuğunun sınavdan çıkmasını bekliyordu. Kimi de kapıdan gelen çocuğuna koşup sevgiyle sarılıp nasıl geçtiğini soruyordu. Kendi annemle babamı düşündüm, acaba onlar yaşasalardı bugünü biz nasıl geçirirdik diye. Belki beni şoförle gönderip kendileri bile gelmezlerdi. Kim bilir belki de gelirler arabanın içinde beklerlerdi…











30 Ekim 2017 Pazartesi

SEN VE BEN / 8.BÖLÜM


        Ölüm ve Ben…

      Evin önüne geldiğimde Asiye Teyzeyi şoförle konuşurken buldum. Beni görünce “Nerede kaldın Ada seni defalarca aradım, Neden telefonlarımı açmadın?” deyince sessize almıştım hiç görmedim niye aradın ki? Deyiverdim. “Nedeni var mı, seni bir polis aramadı mı? Hayır beni hiç kimse aramadı. Neden polis arayacaktı ki...? 

……..Annemle babam öleli bir hafta oldu. Ben de bir haftadır evdeyim okula gitmedim. Odamdan da çıkmıyorum. Asiye Teyzenin zorla hazırladı şeylerden işte ölmeyecek kadar yiyorum. Ne düşüneceğimi bilmiyorum. Ya da düşündüklerimin sağlıklı olup olmadığını. Çocukluğumdan beri bana bir kez bile sarılıp sevgi göstermeyen annem ve babam için çok üzülememiştim hatta bir tek gözyaşı bile dökmemiştim. Bu normal miydi onu da bilmiyorum. Ben birinin anne ve babasının arabalarının içinde kurşun yağmuruna tutularak öldürüldüğünü duysam günlerce bunun tesirinden kurtulamaz çok üzülürdüm. Peki bu olay kendi ailemin başına gelmiş yani bilmediğimiz kişiler tarafından annem ve babam öldürülmüşler ama ben buna üzülmediğim gibi sebebini de merak etmiyordum. Asiye Teyzeyi şoförlerle gizli konuşurken duymuştum. Üzüntüsünden şoktan çıkamadı diyordu benim için, gerçekten şokta mıydım? Ya da duyacaklarımdan mı korkuyordum? Sadece çok kızgın olduğumu biliyorum. Hem de çok kızgın. Annemle babam beni bu eve yıllarca hapsettikleri için onlara kızgınım. Tek mutlu olduğum bir günde öldükleri için kızgınım. Oysa arkadaşlarımla geçirdiğim o günü eve gelip belki sabaha kadar hatırlayıp, tekrar tekrar mutlu olacaktım, buna engel oldukları için kızgındım.
         Okulun sonuna gelmemiz, üniversite sınavına sayılı günlerin kalması birde benim annemle babamı kaybetmem okula gitmememe geçerli bahane teşkil etmişti. Bu yüzden bütün günümü televizyonun karşısında geçiriyordum. Asiye Teyze buna çok üzülüyordu. Bana sürekli “Polisler araştırıyor Ada’cığım merak etme katilleri bulunacak” diyordu demesine de benim gerçekten ne düşündüğümü bilmiyordu ki!






29 Ekim 2017 Pazar

SEN VE BEN / 7.BÖLÜM


              Korku...

       Annemden gelen telefonla bu rüyadan uyanma vaktinin geldiğini düşündüm. Telefonu alıp hemen dışarıya çıktım. Epeyce çalmasını seyrettim. Korkudan hemen açamadım hatta kesilmesini bile bekledim. Ama olmadı uzun uzun çaldı. Ne diyecektim? Annem beni aradığına göre Asiye Teyzeden burada olduğumu sanırım öğrenmişti. Keşke acele ile evden çıkarken bu konuyu onunla konuşsaydık şimdi anneme ne diyeceğimi bilirdim. Off, ne de güzel bir gündü. Keşke böyle çabuk bitmeseydi. Of be anne aramazsan olmaz mıydı?
       Yapacak bir şey yok mecburen açıp konuşacağım. Alo!  “Ada Hanım! Ben polis memuru Kadir. Anneniz ile babanız bir kaza geçirdiler. Durumları iyi merak etmeyin ama gelmeniz gerekiyor. Adresi veriyorum……. 
      Elimde telefonum öyle kalakaldım. Bana verilen adresi dinleyip dinlemediğimi dahi hatırlamıyorum. Sanki beynim o adresi almayı, ezberlemeyi reddetmişti. Telefonu kapattım ve içeriye girdim. Hiçbir şey olmamış gibi oturdum ve arkadaşlarımla filmi sonuna kadar izledim. 
        Çok komik bir film seçmişlerdi. Uzun zamandır böyle kahkahalarla gülmemiştim. Film bitti ve salondan çıktık. Acıktık bir şeyler atıştıralım dediler. Bende acıkmıştım kabul ettim. Filme girmeden önce bıraktığımız o sıcak ve samimi sohbet ortamını yine yakalamıştık. Tek sorun durmadan çalan telefonum idi. Sessize almıştım ama arandığımı görüyordum.
      Veda zamanı gelmişti. Yine görüşelim biz böyle haftada bir iki kere buluşuyoruz sende gelirsin demişlerdi. Bende çok isterim demiş ve yanlarından ayrılmıştım ama iyi ki içimden onlara bana bu güzel günü yaşattıkları için ne kadar teşekkür ettiğimi görmüyor anlamıyorlar diyordum.





28 Ekim 2017 Cumartesi

SEN VE BEN / 6.BÖLÜM


             Özgürlük…

         Asiye Teyze lütfen sen bari yapma! Ben dışarıya çıkacağım. Ne var sanki bunda? Biraz eğlenmek istiyorum. Bana engel olmaya çalışma abla. Yoksa kafayı yiyeceğim ben bu evde. Çok bunaldım. Beni kimse anlamıyor, bende artık dersleri anlamıyorum. Yani biraz nefes almaya ihtiyacım var deyip giyinmeye devam etmiştim. Kapıdan hemen bir taksiye bindim. Çok heyecanlanmıştım. Annem ve babamla ara sıra gittiğimiz bir alışveriş mağazasının önünde durdurdum taksiyi. İlk önce yemek katına çıkıp kendime hamburger patates kızartması birde kola söyledim. Hayatımda yediğim sanki en güzel hamburgerdi. Çünkü annem ve babamla dışarıya çıktığımızda çok zor ikna ederdim hamburger yemeğe. Çünkü her zaman benim daha sağlıklı şeyler yememi isterlerdi.
Elime aldığım dondurma külahımla başladım vitrinleri gezmeye. Öyle güzeldi ki tek başıma gezmek. Sonra sadece gezmekle kalmayıp babamın bana acil ihtiyaçlarım için kullanayım diye çıkarttığı kredi kartımla birkaç tane etek, üzerlerine de birer bluz aldım. Kendi kendime yaptığım bu gezinti o kadar hoşuma gitmişti ki neden bu zamana kadar yapmadım diye kendime kızdım. Sonra bir pastane önünden geçerken pasta yemeğe karar verip içeriye girdim. Tam siparişimi vermiş masaya oturuyordum ki okuldan dört beş arkadaşımı gördüm. Onlarda bir şeyler yiyip sohbet ediyorlardı.         Önce ne yapacağımı bilememiş görmezden gelmiştim ama içlerinden biri,       
         “Ada yalnızsan gel bize katıl” deyince hiç ikiletmemiş ve onlara katılmıştım. 
Gerçi okulda her zaman görüp ara sıra da konuştuğum kişilerdi, ama böyle ilk kez okul dışında bir araya gelmiştik. O yüzden önceleri biraz sıkılgan davranmıştım. Ama daha sonra bana sordukları sorularla beni de konuşturup her konuya dahil etmeleri onlarla kaynaşmamı sağlamışlardı. Sonra sinemaya gitmek istediklerini söylediler. Bana da gelir misin dediler. Hiç kaçırır mıydım? Hemen kabul ettim. Biletleri aldık. Baktım herkes mısır içecek alıyor bende katıldım ve içeriye girdik. Tam film başlayacaktı ki ...! 


27 Ekim 2017 Cuma

SEN VE BEN / 5.BÖLÜM





        İlk Kaçış…

        Üniversiteye sınavına girmeme bir ay kalmıştı. Annem çalışma programımı yeterli görmeyip beni daha ha fazla çalışmam konusunda sık sık uyarıyordu. O gün yanıma gelerek sesinde hiç olmayan bir yumuşaklıkla hatta sanki saçımı okşayacak gibi yani her anne-kız ilişkisinde olması gerektiği gibi bir iki güzel söz söyleyecek tavrıyla;
       “Bak Ada’cığım! Belki seni fazla zorladığımı düşünüyor olabilirsin. Haklı da olabilirsin. Ama bu yaptıklarım için beni şu an anlamanı beklemiyorum. Bunu ilerde anlayabileceksin. Özellikle güzel bir okulu iyi bir bölümü kazanıp da kendi paranı kazanmaya başladığında, ya da güzel bir mevkie yükseldiğinde.” demişti. Böyle bir yaklaşıma alışkın olmadığım için bu sözleri beni oldukça şaşırtmıştı.

       Birkaç gün sonra,
       Yarın sabah annemle babam iş için İzmir’e gidecekler. Normalde birkaç günlüğüne de olsa annesi ve babasından ayrılan çocuklar üzülürler ama ben üzülmediğim gibi aksine seviniyorum. Gerçekten bu aralar biraz kafamı toparlamaya ihtiyacım var. Okuldan eve döndüğümde annemle babam evde olmayacaklarını söylemişlerdi. Evde vedalaşıp okula doğru yola çıktım. Okula gelmeme az kalmıştı ki birden şoföre ben kendimi iyi hissetmiyorum beni eve geri götürün dedim. Annemi arayıp bilgi verecekken onları ben arar söylerim sonra şimdi üzülmelerini istemiyorum diyerek şoförü engelledim. 
       İlk kez böyle bir şey yapıyordum çok heyecanlanmıştım. Eve gittiğimde Asiye Teyze beni karşısında görünce korkup tam ne oldu diye soracaktı ki, merak etme abla biraz başım ağrıdı deyip içeriye girdim. Bugün kendime izin verdim abla üstümü giyinip diğer yaşıtlarım gibi dışarıya çıkıp kendim istediğim gibi bir gün yaşayacağım, sende bundan annemlere asla bahsetmeyeceksin buna çok ihtiyacım var deyip hemen yukarıya odama doğru çıkmıştım.. Arkamdan Asiye Teyze de merdivenlerden çıkmış bir yandan da “Ne dışarısı Ada’cığım. Maden hastaymışsın biraz yat uyu istersen. Ben sana sevdiğin çorbadan da yaparım, sonra istediğin bir filmi de açarsın seyredersin olur mu?” Demişti. 

26 Ekim 2017 Perşembe

SEN VE BEN / 4.BÖLÜM



       Asiye Teyze…

      Bence bu yaşadıklarım hiç adil değildi. Çünkü artık on sekiz yaşını doldurmuş ne istediğini bilen bir genç kız olmuştum. İşte camın önünde oturmuş bunları düşünüyordum. Tıpkı diğer hafta sonları yaptığım gibi. Ama vakit geldi. Annemle babam kahvaltıya oturmak üzerelerdir. Annemin hiç sevmediği şeydir sofrada bekletilmek. O yüzden yüzümde sahte bir gülümseme yerleştirerek indim aşağıya. Kusursuz soframız hazırlanmış yine her zaman ki gibi. Asiye Teyze benim zihnimi açması için her zamanki gibi dizmiş önüme cevizleri, kayısıları, bademleri…Taze sıkılmış portakal suyum, az pişmiş yumurtamı.
        Annemle babam aile şirketimiz var orada beraber çalışıyorlar. Bazen iş seyahatine gidiyor birkaç gün kalıyorlar. İşte bende o zamanlar Asiye Teyze ile kalıyorum. Çok seviyorum kendisini, bana annemden daha yakın davranır. O da farkında annemin bana karşı olan bu soğuk tutumunu ama sırf ben üzülmeyeyim diye “Ne yapsın çok yoruluyor annen, kolay mı o kadar büyük bir şirketi yönetmek, bizleri idare etmek. Bazı insanlar sevgilerini fazla gösteremezler içten severler işte annende onlardan biri. Senin iyiliğini istiyor iyi bir okul kazanman için uğraşıyor. Takma bunları sen kafana” der bana moral verirdi.
       Evde başka çalışanlarımız da var ama en eskisi yani en kıdemlisi Asiye Teyze. Annemler gidince gizlice yapar bana bir menemen, sosisli sandviç, ya da tost. Aramızda sır kalır bu. Anneme göre öyle şeyler faydalı değilmiş. O gün hiç ders çalışmam geçerim televizyonun karşısına istediğim kanalı açar seyrederim. Hiç karışmaz bana hatta bazen gündüzden yemem için kendiliğinden ıvır zıvır bile alır, sonra da eşlik eder bana. Ben hangi filmi açarsam o da sanki günlerdir bu filmi bekliyormuş gibi heyecan merak göstergesiyle seyreder sırf ben mutlu olayım diye. Kendimi o kadar iyi ve mutlu hissederim ki! Galiba beni tek seven ve düşünen kişi o...


















24 Ekim 2017 Salı

SEN VE BEN / 3.BÖLÜM



       Keşkeler…

       Evet, bunları anneme anlatamazdım ya da anlatmaya çalışsam da dinlemez kestirip atardı. Daha sonra bunun hesabını benden daha fazla sorardı. Çünkü bir kere denemiştim. Anneme, çok sıkıldım sürekli ders çalışmaktan birazcık dışarıya çıksam daha fazla sarılırım derslerime dediğim anda masamın üzerinde üç büyük ansiklopedi ile karşılaşmıştım.
       Üniversite sınavı yaklaştıkça daha da geriliyordum. Ne okulda ki hocaların anlattıklarını ne de eve gelen özel hocaların anlattıklarını anlayabiliyordum. Sanki beynimin kapasitesi dolmuştu.
       Herkes iyi şartlarda dünyaya gelmiyor tabii ki; ben o konuda oldukça şanslıydım. Gerçi okuduğum kolej benim gibi zengin ailelerin çocuklarıyla doluydu. Ama burslu okuyanların yanı sıra sırf çocuğumuz daha iyi eğitim alsınlar düşüncesiyle kendi şartlarını zorlayarak çocuklarını bu okula gönderen ailelerin olduğunu da biliyordum. O yüzden bazılarının benim hayatıma imrenerek baktığını da görebiliyordum. Aslında ben de onların başka şeylerine imrenerek bakıyordum. Mesela okula gelen anne veya babalarının onlara sevgi ile sarılmalarına.
      Bazen okuldan eve şoförle gelmek yerine keşke otobüsle gidip gelebilseydim, ya da okul tam gün olsaydı da eve sadece yatmaya gitseydim diye düşündüğüm anlar da olmuştu. Sırf birazcık kendi başıma vakit geçirmek istediğim için.
       Ama maalesef böyle olmuyordu. Eve girer girmez kendime ayıracak tam iki saatim oluyordu. Vakit kaybetmemek için yiyeceklerim, giyeceklerim hep önceden hizmetçiler tarafından tabii annemin talimatlarıyla hazırlanmış olurdu. Bana hiçbir zaman yetmeyen iki saatlik dinlenmenin sonunda eve gelecek olan, artık o gün hangi dersim varsa o hocanın dersine hazır olmak zorunda idim. Bütün derslerim zaten hep çok iyi idi. Ama niye ise bu bir türlü annemi tatmin etmiyordu. Yani benim her konuda bilgi sahibi olmamı istiyordu. Dersim bittiğinde de beni evin kütüphanesine sokar önüme de birkaç kendi seçtiği kitabı koyar “Hadi seç birini ve en az elli sayfa oku!” derdi. Yani her şeyim saatli programlı ve annemin istediği gibi yaşanıyordu.
         Okulda görüştüğüm arkadaşlarım dışında hiçbir arkadaşım yoktu. Daha doğrusu olmasını annem istememişti. Önünde üniversite sınavı var. Arkadaşlarla vakit geçirme zamanı değil diyordu.
İyi de annemin unuttuğu bir şey vardı. Ben çocukluğunu yine bu kurallar yüzünden yaşayamamış şimdi de gençliğimi yaşayamayan mutsuz bir genç olmuştum.

23 Ekim 2017 Pazartesi

SEN VE BEN / 2.BÖLÜM

 


       Annem en iyisini bilirmiş...

    İstanbul’da çok zengin bir ailenin çocuğu olarak dünyaya geldim. Hizmetçilerle dadılarla özel okullarda yetiştirildim. Yaşıtlarım henüz Türkçeyi doğru dürüst konuşamaz iken ben İngilizce ve Almanca öğrenmeye başlamıştım bile. Ailemin bana sağlamış olduğu bu sonsuz imkanlar sayesinde hayatta her şeyi erkenden öğrenmek zorunda kaldım. Kaldım diyorum çünkü annem ilgimi çeksin ya da çekmesin hiç önemsemeden “Bu konuyu bir araştır bilgi sahibi ol!” der ve sonrada ara ara sorular sorarak resmen beni sınava tabi tutardı. Onun tepkisinden çekindiğim için ben de mecburen o konuyu hakkıyla öğrenmek zorunda kalırdım. Kendimi yarış atına benzetiyordum. Bunu bir televizyon programında konuşan eğitimci, “Çocuklarınızı yarış atı gibi yetiştirmeyin! Bırakın çocukluklarını yaşasınlar!” diyordu ondan duymuştum. Bu lafı çok beğenmiş kendimle özdeşleştirmiştim. Evet ben de çocukluğunu yaşayamayan bir yarış atına benziyordum. Bilgiden bilgiye koşan kurulu robot.
     Çok sıkılmıştım annemin sürekli bana şunu yap bunu yap demesinden ama bir türlü bunu anneme söyleyemiyordum. Annem çok soğuk bir kadındı. Babamla ilişkimiz daha sıcak ve daha sevgi doluydu. Yani anneme göre demek daha doğru olur. Özellikle annemin olmadığı anlar bana daha yakın davranır hatta şakalar bile yapardı. Annemin geleceğini hissettiği an ise hemen ciddileşir ve benden uzaklaşırdı. Annem beni nasıl terbiye etmeye çalışıyorsa elinden gelse babama da aynı şekilde davranmak istiyordu. Hatta bazen farkında olmadan yaptığı anlar bile oluyor ama çok komik görünüyordu. Babamın neden annemden bu kadar çekindiğini bir türlü anlamıyordum.
     Bir gün babama bana yardım et, ben de diğer arkadaşlarım gibi yani yaşımın gereği gibi yaşamak istiyorum dedim. Mesela arkadaşlarım hafta sonu dışarıda buluşup vakit geçiriyorlar, birlikte sinemaya gidiyorlar, ya da ailelerini tanıştırıp birbirlerinin evlerine gidiyorlar. Ben ise bunların hiçbirini daha bir kere bile yapamadım çok yalnızım ve mutsuzum dediğimde babam şaşkınlıkla yüzüme bakmış “Annemle bu konuyu daha önce konuşmuştum ama, Ada için en iyisini ben bilirim. Onunla arama girme ben onun iyiliği için yapıyorum. Üniversiteyi bir kazansın hele bakarız dedi. Yani bunu bir daha annenle konuşursam tatsızlık olur yapamam” demişti.
Böylelikle son çarem olan babamda bana sırtını dönmüştü. 
       İyi de nasıl yapacaktım nasıl anneme dur diyecektim. Ben zaten o kadar disiplinli çalışıyordum ki, zamanımın hemen hemen hepsi yemek, uyumak gibi zaruri ihtiyaçlarımın dışında her an ders çalışmakla geçiyordu. O yüzden kazanamama ihtimalim zaten imkansızdı. Onlardan tek istediğim biraz sevgi biraz ilgi ve anlayıştı. Sevilmeye o kadar ihtiyacım vardı ki özellikle bu aralar... 













21 Ekim 2017 Cumartesi

"SEN VE BEN" / 1. BÖLÜM

       
   

  Birçok insan tanıdım…
       Kendilerini hep mutsuz hissederler, görmezler etrafında ki güzellikleri. Kalıpları vardır ya da kuralları. Ya da bitip tükenmeyen istekleri. İsterler ki herkes o çerçevede hareket etsin. Önemsemezler başkalarının ne düşündüğünü ya da ne hissettiğini. İşte, o kendilerinin mutsuzluklarını o andan itibaren başkalarına bulaştırmaya başlarlar. Ama yine de yumuşamaz kalpleri.
     Bazıları da vardır ki, her şeye güzellik penceresinden bakar. Kalpleri yumuşacıktır. Umutları vardır her zaman. Sevgiyle bakar her şeye rağmen, dokunurlar birbirlerinin kalplerine.
        İyilikle…Sevgiyle…Aşkla…     
     Sonra…Sonra o sevgisiz, kuralları olan bencil kişiler, o yeryüzünün iyilik meleklerinin hayatlarına girip kendi mutsuzluklarını bulaştırır, onları da mutsuz ederler.
     Ama unuttukları bir şey vardır ki, yaşanılanlar asla unutulmaz ve gün gelir alınır intikamı...

       Birbirimizin kalplerine sevgiyle dokunmak dileğiyle…

         
          1.BÖLÜM

          YALNIZLIK…

      Bugün günlerden cumartesi yani tatil. Gerçi benim için hafta içi ya da hafta sonu pek fark etmiyor. Hafta içi ne yapıyorsam hafta sonu da hemen hemen aynı şeyleri yapıyorum. Kahvaltıya inmeme daha bir saatim var. İşte diğer günlerden tek farkı kahvaltı saatinin biraz daha geç olması. Şu an camın önüne oturdum dışarıya bakıyorum. Tanımadığım bir sürü kişi geçiyor kapımızın önünden. Kimisi sevgilisinin elinden tutmuş, kimisi anne babasının elini, kimi koşuyor kimi elinde ki bastonuna dayanmış ağır ağır ilerliyor. Bazıları saatin ilerleyişine aldırmaksızın yanındakine hararetli hararetli bir şeyler anlatıyor. Bazıları da ise bir yerlere geç kalmanın verdiği endişe ile sadece koşuyor.
      Çok soğuk görünüyor dışarısı.  Ama bir o kadar da güzel. Her yer bembeyaz. Sabaha kadar ne çok da yağmış kar. Keşke vaktim olsa da azcık var olan kabiliyetimle bu doğa güzelliğinin resmini çizebilsem. Ya da neşe ile yürürken birbirine kartopu atan kişiler arasında bende olsam onlarla oynasam. Hiç hatırlamıyorum ailemle kartopu oynadığımı. Çok güzel görünüyor diyorum ama kar bir yandan da bana yalnızlığı anımsatıyor. Tıpkı benim yalnızlığım gibi... 
    Genci-yaşlısı, fakiri-zengini, büyüğü- küçüğü fark etmez, nereye gidiyorlar acaba, merak ediyorum? Ya da gittikleri yerde ne yapıyorlar, kimlerle vakit geçiriyorlar? Gündüzleri öyle ya da böyle vakit geçiyordur belki ama, asıl geceleri herkes sokaktan çekilince evine gidenler ne yapıyorlardır onları daha çok merak ediyorum? Çünkü en kötüsü kendinle baş başa kaldığın anlardır diye düşünüyorum. Hadi bir hafta ya da bir ay idare ettin diyelim. Ya sonra insan bu yalnızlık duygusu ile baş edebilir mi? Hiç sanmıyorum…
     Gözü kulağı telefonda ya da çalacak olan kapı zilinde olan yaşlılar, sadece bayramda sevdiklerini görmeye bile razı olanlar, ama sonra gelen bir telefonla da hayal kırıklıklarına uğrayanları düşünüyorum çok korkunç!
    Neden insanlar sevgilerini zamanında birbirlerinin gözlerine, kalplerine dokunarak göstermezler. Ya da göstermek istediklerinde de zaman çoktan geçmiştir.
Tıpkı benim içimde bulunduğum gibi…



















12 Ekim 2017 Perşembe

23. BÖLÜM / CİLVELİ -SON-




 BÜYÜK SÜRPRİZ … ( Demili )

Dört saat sonra…
Aradan dört saat geçmişti ama Cilveli halen kendine gelmemişti. Bayılması için eteri burnuna çok mu dökmüştüm ki? Neyse eninde sonunda ayılacak ve bana gerçekleri anlatacaktı.
İşte, kıpırdanmaya başladı. Elleri ayakları ve en önemlisi ağzı da bağlı. Şaşkınlıkla bana bakıyor. Ben ise ona gülümsüyorum. Hem de uzun zamandır hiç kimseye gülmediğim kadar tüm sevimliliğimle.
Merhaba Cilveli Hanım. Çok uzun süre uyudun be…! Sıkıldım burada. Hem daha bir sürü işim var. Gece de oldu bak seni beklerken.  Senin için aldığım sürprizi beğendin mi? Kocaman bir mezar. Siz bana tek kişilik bir yer kazmıştınız. İçi çok dardı kolumda kırıktı fazla kıpırdayamamıştım, ama bak ben sana iki kişilik kazdım. Neden biliyor musun? Çünkü yanına biri daha gelecek de ondan. Onun kim olduğunu hemen söylememeyim sürpriz bozulmasın. Her neyse…Gelelim söyleyeceklerime... İlk önce ağzını açacağım. Eğer bağırmaya kalkışırsan gözünün yaşına bakmam seni daha erken öldürürüm. Gerçi bağırsan da bu saatte burada kimsecikler seni duymaz ama olsun ben tembihlerimi yap ayımda. Eğer bağırmaz isen güzel güzel en başından anlatırsan belki seni affedebilirim. Hıh, ne dersin bunu yapabilir misin? Başını sallaman yeterli.
 Anlaştığımıza sevindim. Hadi başla anlatmaya…
“Böyle olmaz Burak lütfen beni buradan çıkar konuşalım. Seni çok seviyorum. Bunu bir kez deha anladım. seninle hemen evlenelim gidelim buralardan lütfen!”
Bak Cilveli bir kez daha sorduklarım dışında konuşursan hemen ağzını tekrar kapatır üstüne gördüğün şu toprakları atar buradan giderim. O yüzden sadece sorduğuma cevap ver. Tamam mı? Şimdi soruyorum. Beni neden ölüme terk ettin. Yanında ki kimdi?
“Bütün suç Caner’de. O gün seni oraya öldürmek için çağırdılar. Yapmayın etmeyin dedim dinlemedi. Ben seni halen seviyorum. Caner beni tehdit etti o yüzden onunla beraber oldum. O çok tehlikeli biri. Ondan nefret ediyorum.”
Duydun mu Caner, Cilveli senin için ne diyor? Senden korktuğu içi senle olmuş. Aslında senden nefret ediyormuş.
“Ne Caner mi? Caner de mi burada?”
Sizi ayırmak olur muydu? Onu da hemen senin yanında ki mezara koydum. Yani iki mezar yan yana. Gerçi şimdi üzüldüm bak o da seni suçluyordu. Cilveli beni ayarttı diyordu. Hanginiz doğruyu söylüyorsunuz bilemedim ki! Neyse önce söyleyen kurtulur ona göre. Ama önce Caner’e de konuşma şansı verelim dimi ama ağzını açalım. Evet, oldu işte… Duydun mu Caner? Bütün suç sendeymiş.
Caner, “Bak Burak biz eski arkadaşız. Ona mı inanacaksın bana mı? Asıl beni çözde oturup konuşalım.”
Cilveli, “Allah belanı versin Caner! Sen bilerek çarptın arabayı, bile bile üstüne sürdün. Yapma dedim dinlemedin. Gömmeyelim hastaneye bırakalım belki kurtulur dedim olmaz dedin…Şimdi de beni mi suçluyorsun?”
Caner, “Pis o………asıl sen suçlusun kaltak!”
Bak şimdi olmadı ikiniz aynı anda konuşunca konu dağılıyor. Biraz önce hanımefendi konuştu şimdi sıra sende Caner. Yalnız önce bu seferde hanımefendinin ağzını tekrar bantlayalım da. Eee sonra…
Sana her şeyi anlatırsam beni bırakacak mısın? Sana yemin ederim ki ben çok pişmanım. Bu o… kadın hepimizi mahvetti. Hani hatırlıyor musun onu ilk gördüğümüz gün sana Hakan “Boş ver ya onu. Paralı adamları sever. Birinden yeni ayrılmış demişti ya. İşte kardeşim konu tamda öyle.
Bu kaltak zengin bir adamla yaşıyormuş. Adam sana nikah yapacağım diyormuş ama bir türlü yapmıyormuş. Meğer adam evliymiş karısından boşanamıyormuş. Adama kendi sülalesinden yüklü bir miras kalmış. Bu kaltak paranın kokusunu almış ama adamı ne nikaha ne de paraları nereye sakladığını söylemeye ikna edebilmiş. Yalnız bir içki ortamında adam parayı evin bahçesine gömdüm demiş. Yani senin anlayacağın buraya o paraları için gelmiş. Sen ona aşık olmasaydın zaten o seni bulacakmış. Yani ailesini bu kadın uğruna terk eden adam dünyanın parasını bahçenizin bir yerine gömen adam senin babanmış.”
Ne? Ne diyorsun sen? Yani babam bu kadın için mi annemi terk etti. Aman Allah’ım! Bu nasıl olur ya? O zaman babamı da öldüren o!
Oldu işte kardeşim. Babanla sen aynı kadın yüzünden yandınız yani.  Baban canından oldu, sen de az daha oluyordun. Seni de önce sevdiğine inandırdı. Aşık etti kendine. Senin paradan haberin olmadığını anlayınca evlenip o eve yerleşmeyi ve kendi bulmayı düşündü. Ama annen mani olunca bu sefer beni devreye soktu. Aklımı karıştırdı. Yani tek senle oynamadı. Beni de oynattı. Senin ona çiçek yolladığın zamanlar tanıdım ben de onu. Senle ayrılınca beni aradı. Aslında senden çok etkilendim falan dedi. İnandım. Sonra yavaş yavaş konuya girdi. Amacı paralara ulaşmakmış. Gerçeği anladığımda da her şey için çok geç olmuştu. Çünkü ben ona gerçekten aşık olmuştum. Beni avucuna aldı. Bulalım şu paraların yerini kaçalım buralardan dedi. Aslında o gün ben seni oraya gerçekleri anlatmak için çağırmıştım. Hakan şahit ona sorabilirsin. Ama sen o benim kadınım evleneceğim falan deyince içkinin tesiriyle de beynim döndüm. Sonrası malum. Aslında o da öteki odada idi. Arkandan arabayla çıktık. Direksiyonda o vardı. Dur yapma dedim. Ortadan kalkarsa ancak paraları alabiliriz dedi. Ben şok olmuştum. Seni kurtarmak için çok direndim. Ama polisten kurtulamayız, hapislerde çürümek mi istiyorsun? Senin yaptığını söylerim bütün suçu sana atarım diye beni tehdit etti. Çok sarhoştum kendimde değildim. Tartıştık ama çok korkmuştum. O yüzden dediğini yaptım. Seni karşıdaki mezarlığa götürdük. Sanki her şeyi önceden planlamış gibi buraya geldik mezar zaten açıktı. İşte gerisini biliyorsun. İnan seni kandırdığı gibi beni de kandırdı kardeşim ne olur hadi bak her şeyi anlattım sana bırak beni!
 Dur ne yapıyorsun? Niye atıyorsun toprakları üstümüze…Yapma Burak! Yapma! 
  

……..Babamın bahçedeki gömdüğü paraları bulduk. Sayılamayacak kadar çok para.  Canım annem çok çile çekti ama artık çok rahat bir hayatımız var. Aslı ile iki yıl oldu evleneli. Birde kızımız var. Aslı’ya tek şart sundum. Annemle hep beraber yaşayacağız. Kabul etti. Benimde annem yok ne güzel olur dedi. O evden taşındık. İki katlı bir eve çıktık. Üstü ev altı çiçekçi dükkanı. Annem çok istedi. Hepiniz gözümün önünde olun dedi. Kırmadık onu iyi de oldu. Hep beraber çalışıyoruz.
Sadece onlardan haftada bir kere, iki arkadaşımı ziyaret etmek için birkaç saatliğine ayrılıyorum. En sevdikleri hediyelerini vermek için ayrılıyorum. Birine kendi ellerimle hazırladığım çiçeği götürüyorum diğerine birkaç şişe şarap.

    Değer verip zaman ayıran herkese teşekkürler. Sevgiyle sevdiklerinizle kalın...
                       
                                    - S O N -

               Vay CİLVELİ vay... Nereden Nereye... 

      
-                                                   

11 Ekim 2017 Çarşamba

22.BÖLÜM / CİLVELİİ

     VEDA… (Verda )

       İçimde öyle bir heyecan vardı ki tarifi mümkün değil! Apartmanın önüne geldim. Günlerce önünde nöbetler tuttuğum. Her perde oynayışını izlediğim, her ışık yanınca heyecanlandığım evin önündeydim işte… Son kez belki de son kez izliyordum bu evi. Sadece evi değil geçmişimi de izliyordum sanki. Nasıl acı çektiğimi, hayal kırıklıklarımı. Geçmişe dair sadece üzüntüler vardı. Ne mutlu bir anı ne de bir tebessüm! Evet tam bir vedaydı bu… Cilveliye, acılarıma, gençliğime…
       Bastım zile, her zamankinden daha gürdü sanki zilin sesi. Açıldı sonra kapı ardına kadar. Ve işte Cilveli, koca gözleriyle bana bakıyor. Gülümsüyor yine yeniden. İçeri giriyorum. Hem çok tanıdık, hem de sanki yabancı bir yere giriyormuşum hissi. Ne garip hiç çıkmadığım bu ev, şimdi bana yabancı…
       Cilveli şaşırtıyor beni sanki hiçbir şey olmamış. Biz hiç ayrılmamışız, ben ona Caner ile birlikte olduğunu bildiğimi söylememişim gibi. Uzak durmaya çalışıyorum. Sanki yeniden yenilmekten korkar gibi. Hem de içimdeki nefreti belli etmemeye çalışıyorum. Her zaman ki şen şakrak Cilveli.          Beni ne kadar özlediğini anlatıyor. Beni görünce daha iyi anladığını söylüyor. Caner’i sevmediğini aslında beni istediğini. Ne yapmaya çalışıyor anlamıyorum. Maden annen beni kabul etmiş diyor. Ayrılmayalım, evlenelim... Sadece bakıyorum yüzüne. Hayır anlamında kafa sallayabiliyorum. Sonra diyor ki evi satacakmışsınız orada bir sürü anınız var. Yapmayın diyor zor durumdaysanız ben alayım evinizi, gitmeyin diyor. Anlamsızca bakıyorum yüzüne, son çırpınışlarını dinliyorum. Ama sadece dinliyorum artık ona inanmaya ya da güvenmeye gücüm yok. Elimi cebime doğru uzatıyorum. Hediyen diyebiliyorum onun için geldim buraya. Heyecanla yüzüme bakıyor, her zaman ki gülümsemesiyle…

10 Ekim 2017 Salı

21.BÖLÜM / CİLVELİ

       NEDEN?  ( Demili )

       Nereye gideceğimi ne yapacağımı çok şaşırmıştım. Aklımdan binlerce teori geçiyordu, acaba böyle mi oldu şöylemi oldu diye. Tamam, ismi öğrenmiştim ama asıl bundan sonra ne yapacağımı hiç bilemiyordum. Tanımadığım biri çıkacak diye beklerken uğruna kendimi oyuncak ettiğim, annemi dahi karşıma alarak evlenmeyi düşündüğüm kadının çıkması her şeyi daha da mahvetmişti.
       Beni neden öldürmek istemişti? Sonuçta sevdiğim kadındı. Ben bugüne kadar ona hiç zarar vermemiş aksine kendim zarar görmüştüm. Üstelik ayrılmıştık da. Sonra yanın da ki adam kim di? Tanımadığım biri mi? Caner mi? Hakan mı? Ama o gün Caner ve Hakan yalnızdı. Ben kaçarken onlar evdeydiler. Peki Cilveli neredeydi? Beni nasıl diri toprağa koyup ölüme terk ettiler bunu aklım almıyordu. Bunların hepsini öğrenmeliydim.
       Bunun için iyi bir plan yapmalıydım. Akşama kadar oturup kafa patlattım. Sonunda ne yapacağımı bulmuştum.
       İlk iş olarak Cilveli’yi aradım. Dur kapatma lütfen söyleyeceklerim çok önemli. Sana veda etmek içim arıyorum. Büyük bir kaza geçirdim duymuşsundur. Hastaneden çıktıktan sonra beni bir kere bile arayıp geçmiş olsun demedin. Buna çok üzüldüm. Sonuçta birbirimizi sevdik. Ya da ben öyle sandım. Ama sonra anladım ki daha doğrusu Caner’in de dediğine göre bizim ayrıldığımız dönem siz sevgili olmuşsunuz ve sen beni unutmuşsun. Aslında Caner’e daha bozuğum. Çünkü sana evlenme teklifi edeceğimi bile bile senin aklını nasıl çeldi?
        “Nasıl yani, bana evlenme teklifi mi edecektin? Ama annen buna asla izin vermiyordu ki!”
Evet, başta öyle idi ama sonunda senden vaz geçmeyeceğimi anladığı için ikna olmuştu. Her neyse ben evi satıp annemle şehre yerleşeceğim. Bu yüzden sana veda etmek istemiştim. Eğer mümkünse sana uğrayıp senin için aldığım ama bir türlü veremediğim hediyeni de vermek istiyorum. Seni bir daha rahatsız etmeyeceğim…

9 Ekim 2017 Pazartesi

20.BÖLÜM/ CİLVELİ



 



YİNE Mİ SEN? (Verda )


       Ayten biraz sonra Aslı’nın yanından ayrıldı. Ama içimi büyük bir korku sardı. Ya benimle ilgili bir şey konuştularsa? Saklandığım yerden çıkıp Aslı’ya doğru ilerledim. Sistem düzeldi mi diye sordum. Hayır henüz düzelmedi bekliyoruz dedi. Ya tekrar Ayten gelirse diye düşünüp yerime doğru ilerlerken. Aslı seslendi arkamdan. “Pardon bakar mısınız?” Aceleyle yanına yürüdüm tekrar. Bana bir kağıt uzattı. “Buyurun isim soy isim burada yazılı” dedi. Teşekkür edip Ayten’e de yakalanmamak için hızla oradan ayrıldım.
       Biran evvel hastaneden dışarı atmalıydım kendimi. Kağıttaki ismi öylesine merak ediyordum ki. Ama durmayı göze alamadım. Çünkü Ayten’in beni orada görmesi her şeyi mahvedebilirdi. Sanki ne yapacaksa elimde yazılı olan kağıdı mı alacak. Ama olsun. Hastaneden epey uzaklaştım. Artık kalbim çok daha hızlı atıyordu. Kağıdı açıp ismi okudum. Ama dona kalmıştım yazan isim karşısında. Nasıl olur bu? İmkansız! Herkesi beklerim ama bu isim? Yooo kesin bir tesadüf. Hem de kötü bir tesadüf.          Yoksa gerçekten o mu? Bile bile isteye isteye mi? Planlı mıydı her şey? Allah’ım kafamda binlerce soru. Keşke bunu göreceğime ölseydim.
Yazan ismi tekrar tekrar okudum belki onlarca, yüzlerce kez…
        AFET SOYDAN !
        Afet Soydan… Afet Soydan … Afet Soydan …Yani benim Cilvelim…

8 Ekim 2017 Pazar

19.BÖLÜM/ CİLVELİ

      SİSTEM … ( Demili )

     “Allah kahretsin sistemde bir arıza oldu. Girilmiyor. Zaten şu sıralar sık sık oluyor bu. Hem hastalar mağdur oluyor hem de biz. Biraz bekleyin belki hemen düzelir” demişti.
Tam da bugünü mü bulmuştu? Bu nasıl bir şans! Gerçi bütün suç bende kıza şirin gözükeceğim diye iki saat konuyu uzata uzata anlattım. Bir saniye önce bitirseydim konuyu belki de şu an öğrenmiştim ismi. Ama damdan düşer gibi de anlatamazdım ya! Kız hastanın kimliğini hiç tanımadığı birine niye versin ki? Baksana Ayten ablaya arkasına bile bakmadan kaçtı resmen. Halbuki verse adını mı verecektim polislere. Ben o kadar şerefsiz miyim? Ama neyse oldu olan da umarım bugün bu işi bu kızdan öğrenebilirim. İyi ki Ayten abla yok izinli. Ona ismi öğrenince tabii ki polise söyleyeceğim deyip yalan söyledim ama ben de bilmiyordum bulunca ne yapacağımı.
Acaba Aslı’ya sorsam mı düzeldi mi diye. Ama tam karşısında oturuyorum. Sanki telefonumla oynuyor gibi yapıyorum. Aslında onu izliyorum. Yüz mimiklerinden tamam geldi der gibi bakmasını bekliyorum. Ama o halen işini yapıyor. Gelse zaten bana seslenir diye düşünüyorum.
Allah kahretsin o da ne? Ayten geliyor. Beni burada görmemeli. Yoksa gördü mü? Ama yanında küçük bir çocuk var onunla ilgileniyor. Hemen saklanayım. İyi de hani izinliydi. Ben bu şansın içine sı….. Bu şansı da yitirirsem başka ne bahane bulacağım ki. Bok bulurum artık. E, be kadın bugün niye geldin ki? Evde otursaydın ya! Senin yüzünden kaçıracağım. Birde en kötüsü Aslı ile konuşuyor. Ya o derse biri geldi hasta kayıtlarından bir isim soruyor hem de kene mene derse Ayten direkt çakar. Ben o zaman iyice yanarım. Bir de kadına ayıp olur o kadar muhabbet ettik. Doğrusunu ya anlatırsa Aslı’ya bir de tembihlerse, bir daha sittin sene öğrenemem o ismi. Offf be Ayten! Nedir benim bu kadınlardan çektiğim.

7 Ekim 2017 Cumartesi

18.BÖLÜM/CİLVELİ

          ASLI (Verda)

         Tek umudumu da böylece yitirmiştim. Ama bırakamazdım bu işin peşini, o ismi öğrenmeliydim. Yeni bir yol bulmalıydım. Bu sefer başıma gelenleri anlatmadan öğrenmeliydim. Çünkü bu işin birilerini korkutacağını hiç düşünmemiştim.
Ayten abla yardım etmemişti ama en azından kayıtların nerede tutulduğunu öğrenmiştim. Mağaza da konuştuğumuz gün bana yarın gel ertesi gün izinliyim demişti. Bu işi o hastanede yokken halletmeliydim. Yani yine bana hastane yolları gözükmüştü.
        Yine uyku tutmamıştı. Ya öğrenemezsem diye kendimi yedim durdum sabaha kadar. Hastaneye geldiğinde bir süre etrafı izledim. Hasta kayıttaki çalışan kişileri izledim. İçlerinden bir tanesi güler yüzlü sempatik bir kıza benziyordu. Her gelen hastaya gülümsüyor, belli ki yardımcı olmayı seviyordu. Biraz boşalınca kayıtın önü oraya doğru ilerledim. Yaka kartından ismini okuyup, yüzüme bir gülümseme yerleştirdim. Günaydın Aslı Hanım dedim. O da gülümseyip günaydın dedi. Sonra eğilip konuya girdim. Sizden bir şey rica edecektim ama yardımcı olabilir misiniz bilemiyorum dedim. Amacım ilgisini çekmekti. Gülümseyip “Tabii ki yardımcı olabileceğim bir şeyse neden olmasın?” Dedi. Geçenlerde annemin doğum günüydü. Birlikte dışarıya gidiyorduk o yüzden tarihini biliyorum. Arabayla tam yoldan giderken bir karı koca gördük yol kenarında. Kadın bağırıp ağlıyor eşi de yardım istiyordu etraftan. Durup yardım ettik bizde. Kadının bacağını bir şey sokmuş acı içinde kıvranıyordu. Buraya hastanenize kadar getirdik kendilerini. Öğrendik ki kene ısırmış. Bizim buralarda böyle şeyler pek olmaz diye düşünürdüm. Eşi de perişandı korkudan. Çok az bekleyebildim yanlarında çünkü annem arabada bekliyordu. O yüzden sonucu öğrenemedim. Eşinin adı Mehmet idi. Ama soy isimlerini bilmiyorum. Hastaneye gelince aklıma geldiler. Sizden isimlerini öğrenebilir miyim acaba? Bulmak ve hatırlarını sormak istedim.
       Kız öyle güzel dinledi ki beni zor durumda ki insanlara yardımcı olmam sonra da peşlerine düşüp hatır sorma uğraşım sanırım çok hoşuna gitmişti. “Tarihini söyleyin bakayım” dedi. Kalbim sanki duracak gibiydi…

6 Ekim 2017 Cuma

17.BÖLÜM/CİLVELİ

 İÇİMDE KALANLAR … ( Demili )

Ayten Abla elini ağzına kapatmış şaşkınlıkla bana bakıyordu. Durmadan “İnanmıyorum! Bu nasıl olur ya?” diyordu. Oldu abla işte diyebildim. Bana “Tamam sen burada biraz bekle ben şimdi geleceğim” demiş ve yanımdan uzaklaşmıştı. İçimden nereye gidiyor acaba bana ismi vermeyecek mi diye korkmaya başladım. Hayatımı kabusa çeviren beni kolumdan, bacağımdan eden ölümle burun buruna getiren kişiye bu kadar yaklaşmışken elimden kaçıramazdım. Bu kadına keşke doğruyu anlatmasaydım. Galiba acele ettim. Düşünüp başka çare mi arasaydım. Eğer bu fırsatı elimden kaçırırsam gece hastaneye bile girerim. Ah deli kafam ah… Hep böyle ani ve yanlış kararlar veriyorum derken, Ayten abla hadi gidelim. Bir saat izin yazdırdım kendime şu olayı bana iyice bir anlat bakalım deyince halen ümidimin olduğunu düşünüp içimden duaya devam ettim.
Oturduk hastanenin çay bahçesine. Ben acıktım buranın Ayvalık tostu güzeldir sana da söylüyorum demişti. Sabah ben de kahvaltı yapmadığım için itiraz etmedim. Bir yandan çayımızı içtik bir yandan da ben olayın en başından anlatmaya başladım. Aslında olayları anlattıkça ne de büyük bir felaket yaşadığımı bir kez daha anlamıştım. Bugüne kadar içimde kalan duygularım ortaya çıkmıştı. Kendimin bile, kendimden sakladığı yüzleşmediğim duygularım…
Daha fazla dayanamayıp hastane, çay bahçesi demeden bıraktım gözyaşlarımı. İlk kez ağlıyordum o günden sonra. Erkek adam ağlamaz derler ya boş sözmüş valla hem de hayatımda hiç ağlamadığım kadar ağlamıştım. Neyse ki hastanedeyiz. Bana bakanların kesin bir yakını ölmüş diye düşündüklerini anlayabiliyordum. Ben de içimden onlara biri ölmedi resmen ben kendim öldüm diyordum. Kendim… Karanlıktan, asansörden yalnız kalmaktan korkar olmuştum. 
  Önceden evimizin arkasında ki bahçeye gider bahçe ile uğraşırdım. Şimdi oraya giderken bile tedirgin olduğumu fark ettim. Mezara diri diri gömülmek ne demek nasıl anlatılır ki o duygu? Ayağım kırık kolum kırık, kıpırdayamıyorum, tek elle telefonu çevir, annem telefonu açmasa, onun ya da benim şarjım bitse o mezarda ölüp gideceğim. Ve bir daha bulunamayacağım. Annem bana yaşadığı sürece ne olduğunu bilemeyecek. Onun için de ne kadar zor olacaktı. Ya beni orada bırakan şerefsizlere ne dersin abla? İnsan hayvana bile çarpıyor da veterinere götürüyor kurtarmak için. Onlar beni hastaneye götürmek yerine birde mezara koyup üstümü örttüler. Yani öldüğümü falan mı sandılar? Hiç mi yaşayıp yaşamadığıma bakmadılar? İşte Ayten Abla bunları onlara sormam lazım. Anlıyor musun beni? Ben günlerce internette doğum lekesi arıyordum. Şimdi anlıyorum ki benim aradığım doğum lekesi değilmiş. Şimdi Abla her şeyi anlattım sana. Verecek misin bana o ismi? Edecek misin yardım?
 “Anlattıkların gerçekten çok korkunç! Emin değilsin ki o çarpanların o gün bize keneyi çıkarttırmak için gelen kadının olduğuna. Farz et ki kadını buldun. Ne yapacaksın en önemlisi bu?  Yani polise mi gideceksin? Şimdi sana açık söyleyeyim. Bu sıradan bir olay değil başımın belaya girmesini istemem. Eğer aradığın kişi çıkarsa bunlar tehlikeli insanlar. Polis sana demeyecek mi bu isme nasıl ulaştın diye. Sende beni söylersen ben işimi kaybedebilirim. Kusura bakma ama sana nasıl güveneceğim? Çünkü polis mutlaka soracak sana bunu. Bana kalırsa ben bu ismi sana vermeyeyim. Bak Burak en iyisi sen ablam direk polise git. Anlat onlara. Onlar kendileri alsınlar bu ismi. Hiç riske girme beni de riske atma. Ne olur kusura bakma ama yapamayacağım.”
Yıkılmıştım. O kadar emindim ki Ayten Abla’nın bana yardım edeceğinden hem de o anlattıklarımdan sonra. Ama olmadı. Şimdi bu anlattıklarımdan sonra Ayten Abla’nın daha uyanık ve tetikte olacağını düşünmüş ve iyice karamsarlığa kapılmıştım.

5 Ekim 2017 Perşembe

16. BÖLÜM/ CİLVELİ

        16.BÖLÜM / O BENDİM ( Verda )



        Hastanede çalışan tanıdığım da yok bu saatten sonra da bulamam ki! O zaman hazır hastanede çalışan hemşire bulmuşken daha fazla bilgi almalıydım. O yüzden öyle çok ilgilendim ki, her çeşit modeli sunup denettim. İltifatlar ettim bir yandan da bol bol sorular sordum. Sanki meraklı, saf ve geveze bir adammışım gibi davrandım. O da kendisine çok yardımcı olduğum için sorduğum sorulara tepki göstermedi.

      Hastaneden, hasta ile ilgilenmenin zorluğundan, ne kadar kutsal meslek olduğundan aklıma ne gelirse sohbet ettik. Ama asıl öğrenmem gereken hasta kayıtlarını alan kişilerin kim olduğunu bilmekti. Bana birkaç isim saydı. Ama bu konuşmanın beni bir yere götürmeyeceğini düşünüp aklıma gelen ilk hikayeyi uydurdum. Benim annem gizli gizli hastaneye gidiyor muayeneye, ama bana neyi olduğunu söylemiyor annem için endişeleniyorum. Bunu gizlice öğrenebilir miyim diye sordum. Bu söylediğime kendim bile inanmamıştım. Ama başka çarem de yoktu. O kadar yardımcı olmuştum ki kırmadı beni. Sen gel ablam Tandoğan Magnet Hastanesine sana yardımcı olurum, ertesi gün izinliyim...
       Heyecandan uyuyamadım hiç. Ertesi gün hemen hastanenin yolunu tuttum. Yaka kartında adı Seçil yazan son derece güler yüzlü personele yönelip Ayten hemşireyi sordum. Siz bekleyin ben çağırayım dedi. Biraz sonra Ayten Abla geldi. “Gel dedi bakalım annenin nesi varmış?” Etrafında da diğer çalışanlar var, bir şey de diyemeden takip ettim kuzu kuzu. Geçti bilgisayarın başına baktı yüzüme ben tabi kıpkırmızı kesildim. Annemin adını söyledim baktı baktı bulamadı bir kayıt. Benim tavırlarından bir gariplik olduğunu anlamış olacak ki yine baktı yüzüme. Bilgisayarın yanından ayrıldı geldi yanıma. Tam ben açıklama yapacakken “Söyle bakalım, kimi arıyorsun sen?” Dedi. Abla dedim. Nasıl anladın? “Yüzün kıpkırmızı titreyip duruyorsun, belli ki bir şey var.” Ayten Abla şu kenenin ısırdığı kadın var ya, benim onun kim olduğunu öğrenmem lazım. Şaşırdı önce, geçtik bir yere devam ettim anlatmaya;
        Hani aynı gün diri diri toprağa gömülen bir gençten bahsettin ya işte o bendim. Beni öylece ölüme terk edende işte o kadın…

4 Ekim 2017 Çarşamba

15.BÖLÜM / İZ… ( Demili )
İşe gireli tam iki buçuk ay olmuştu. İşten eve evden işe gidiyordum. Annem düzenli bir yaşama döndüğüm için çok mutluydu. Maaşımın dışında çok satış yaptığım için pirimde alıyordum. Anneme bağ bahçe işleri için bir yardımcı tutalım diyordum. Çünkü ben artık eskisi gibi anneme yardım edemiyor anneme de çok üzülüyordum. Ama annem kabul etmemiş ben halimden çok memnunum sen yanımdasın ve iyisin ya demişti.
Sürekli ayaktaki o lekeyi düşünüyordum. Önce  Akdere'de Meral kuaför arkadaşım var aynı zamanda çok da ünlü bir dövmeci onunla bir sürü dövme şekillerinden, doğum lekelerine kadar yüzlerce şekli incelemiş ve bir fikre sahip olmuştum. Yani benim gördüğüm o şekil buradakilere hiç benzemiyordu. Çok moralim bozulmuştu. Bu leke başka ne olabilir diye düşünürken acaba bir şey mi ısırdı yani ne bileyim yara izi falan mı diye düşünmeye başladım. Bu seferde ayakta ki yara izlerini araştırmaya başladım. Saatlerce araştırmış ama hiçbir şeye rastlamamıştım.
Kafam çok karışmıştı. İşim daha da zorlaşmıştı sanki. Yani bacağında yara izi bulunan bir de olabilirdi benim aradığım. Eğer öyleyse de onun ayakkabı almak için mağazaya gelmesini beklemekten başka çarem yoktu.
Birkaç gün sonra bizim katta ki ayakkabılarda %50 ye varan indirim yapıyordu. Mağazamıza gelen her müşteriyi kontrol altında tutmaya çalışıyordum. Hem müşteriye ayakkabı denetiyor hem de arkadaki müşterinin konuşmalarını dinliyordum. Kadın arkadaşına çocuğunun ayağına ne olduğunu soruyordu. O da kene ısırdı alerji yaptı diyordu. Hemen o tarafa doğru yöneldim. Gözlerime inanamamıştım. Aynı benim gördüğüm leke gibiydi. Yaklaştım ve bizim kasabamızda kene var mı ki diye sordum. Kadın hemşireymiş. Var valla geçenlerde de hastanemize biri geldi keneyi çok zor çıkarttı doktorlar. Yeri bir anda mosmor oldu meğer kadına alerji yapmış deyince neredeyse kalbim yerinden çıkacaktı. Çok ilginç! Öyle ısırmalarda alerji de oluyor muymuş emin misiniz diye sohbet havasında yaklaştım. Ne zaman oldu yakınlarda mı? “Tam tarihi hatırlayamam ama aynı gün başka büyük bir olay oldu ondan hatırlıyorum tabii, manyağın biri bir adamı diri diri mezara gömmüş. Adam annesi sayesinde kurtulmuş. Buralarda ne böyle sapıkça şeyler duydum daha önce ne de kene vakası. O yüzden kesinlikle eminim.”
Sanırım sona yaklaşıyordum. Eğer bunların hepsi bir tesadüf değilse; beni ölüme terk eden kadın o gün hastaneye giden kadının ta kendisi…

3 Ekim 2017 Salı

14.BÖLÜM /


 AYAKLAR… (Verda )

Epey büyükçe bir mağazaydı. Burayı özellikle seçmiştim. Bizim mahallenin dışında daha merkezi bir yerdeydi. Böylece birçok yerden alışverişe gelen olabilirdi. Küçük yerde yaşayınca çok seçenekte olmuyor alışveriş için. İnşallah bir gün o kadının yolu buraya düşecek. Ya düşmezse yolu ya ihtiyacı olmaz ise ayakkabıya. Benim ki denizde bir kum tanesini aramak kadar zor… Ama başka şansım yok! Çünkü beni ölüme terk eden o pislikleri bulmam için, sadece bir iz bana yardım edebilir...
Eleman açıkları varmış, büyük bir yer olunca mağaza çalışanlara da ihtiyaç fazla oluyor. Eeee birde benim aksayan ayağımı, kolumu tam anlamıyla kullanamadığımı da görünce acıyıp işi verdi patron. Ne acı! Ben ki boylu poslu, kızların bakınca dönüp bir daha baktığı mahallenin yakışıklı delikanlısı annemin kuzusu ben. Düştüğüm hallere bak birinin bana acımasına göz yummuştum. Ama yapacak bir şey yoktu, susmam gerekiyordu. Aynada ben de kendime üzülüyordum, eski benden eser yoktu. Resmen çökmüştüm. Gözlerimin altı morarmış, iyice zayıflamıştım. Ama buna dayanmalıydım hepsi geçecekti odaklanmalı ve o adileri bulmalıydım...
Her gelen müşteriye önce ben koşturuyordum. O gün kaza esnasında bana çarpanların yüzünü görememiş olsam da sanki tanıyacakmış gibi önce yüzlerini inceliyor sonra da ayaklarına odaklanıyordu. Ayakkabı giydirip çıkartırken, yeni bir modeli onlara sunarken ya da eğilip kutular arasında ayakkabı numarası ararken hep gözlerim kadınların ayaklarındaydı.
Daha önce hayatımda bu kadar ayak incelememiştim. İnsanların yüzlerine bakarım daha doğrusu gözlerine. Giysilerini bile fark etmem çoğunlukla. Diğer çalışanlar benim gerçek fikrimi anlamasalar da her müşteriye koşup onlara iş bırakmadığım için içten içe mutlu oluyorlardı. O yüzden de kimse ses çıkartmıyordu bu hallerime. Belki de gizli gizli konuşuyorlardır arkamdan gülüyorlardır bana ama hiçbir şey yıldıramaz beni.
Gördüğüm her kadında, her ayakta, ayakların üstünde benlerde ya da ne bileyim sivilcelerde yaralarda bile heyecanlanır olmuştum. Ama hiçbiri de o gördüğüm lekeye benzemiyordu. Nasıl bulacaktım onu? Bulabilecek miydim onu da bilmiyordum…  

2 Ekim 2017 Pazartesi

13.BÖLÜM / CİLVELİ

 O BENİM…( Demili )

İşte ne olduysa o gün oldu. Caner ile Hakan aradı beni. Aramız biraz bozuktu. Özelliklede Caner’le. O çiçeklerin kimden geldiğini benden sakladığı için. Bana sadece Cilveliyi bırak diyorlardı. Yaramaz sana. Gezmediği söndürmediği ocak kalmadı. Ama artık hayatında artık başka biri var hayatına ikide bir girip aklını karıştırma diyorlardı. Karışmayın! O şerefsizi zaten bulduğum gün doğduğuna pişman edeceğim. O benim kadınım. Öylede kalacak. Onunla artık evlenmeye karar verdim deyince birden Caner üstüme atlamış “Kimin kadını lan? O bana ait!” diye yüzüme bir yumruk atmıştı. Yumruğun acısıyla değil de söylediği o lafla şaşırmış, arkamdan iş çevirenlerin arkadaşlarım olduğunu anlayınca yıkılmıştım. Kabullenmem imkansız olduğu için yerden kalkıp bende ona vurdum. O bana, ben ona öldüresiye acımadan vuruyorduk birbirimize. Hakan araya girdi ama işe yaramadı. Derken en kötüsü oldu. Caner silahla dikildi karşıma. Ancak seni öldürürsem kurtuluruz dedi eğer son hız kaçmasaydım öldürecekti beni şerefsiz. Aklım almıyordu. Benim için Cilveli ’ye çiçek götürürken demek ki aşık olmuş, kandırmıştı onu. En acısı da beni…
Son hızla koşmazsam beni yakalayacak ve öldürecek. Ne yaptım ben ya? Hayatımda ki herkes beni yok ediyor. Daha hızlı koşmalıyım. Şu ana yola çıkayım. Belki bir arabaya rastlarım. Gerçi bu saatte biraz zor ama denemeliyim. Evet uzakta bir araba gördüm son sürat geliyor umarım beni görür ve durur. Ama o da ne? Beni gördü üstüme üstüme geliyor. Heyyy ne yapıyorsun…?
Aylarca ayağım ve kolumdan çok ıstıraplar çektim. Halen vücudumda platinler var. Bacağım yürürken aksıyor. Kolumu halen tam kullanamıyorum.  Hayatıma yeniden başlayacağım. Ancak önce o gün Caner’in namlusundan kaçarken bana çarpan, kurtarmak yerine ölmem için diri diri mezara koyan o şerefsizlerden intikamımı alacağım.
Çok dikkatli olmalıyım. Başına neler geldiğini pek hatırlamayan, ya da unutmaya çalışan biri gibi davranıp bilgi toplamalıyım. Burası küçük bir kasaba. Eninde sonunda onlara ulaşacağım. Elimde tek delil var. O kadının ayağında ki doğum lekesi. Bunun için bir mağazada bayan ayakkabı reyonunda çalışmaya başlamam gerekiyordu. Öylede yaptım.



1 Ekim 2017 Pazar

12.BÖLÜM/CİLVELİ

CİLVELİ HEP AYNI  (Verda )

O dönemlerde en büyük destekçim Hakanla Caner olmuştu ama kendimde değildim sanki. Cilveliyi görmediğim zamanlarda biraz olsun unutmaya yüz tutmuş hislerim beni yeniden çağırdığında tekrar alevleniyordu. Her ona dönüşüm hem yenilgi hem de zafer gibi geliyordu. Her dönüşümde daha da çok bağlanıyor. Her ayrılıkta daha çok bunalıma giriyordum. Bana sonra git dediğinde de sanki uçurumdan düşüp yere çakılıyor acı çekiyordum.
Buda yetmez gibi şimdi de ben yokken kafayı çiçekleri gönderen meçhul adama takmıştım. Uykusuz günler bir de bunun için başlamıştı. Ne yapıp edip çğrenmeliydim çiçekleri kimin gönderdiğini. Sadece merak etmiyor aynı zamanda kinde besliyordum hiç tanımadığım birine. Cilceli’ye ne demeli? Ben ölüp dirilirken günden güne erirken nasıl oluyordu da başkasından gelen çiçeği kabul edebiliyordu. Tanıdığım Cilveli zaten çiçekle de yetinmezdi ki eve de alıyordur o…..çocuğunu… Sonra da hiçbir şey olmamış gibi beni çok sevdiğini söyleyebiliyordu. İyice gözüm açıldı artık alet olmayacağım oyunlarına diyordu dilim. Peki ya kalbim? Etraf da biliyordu bizi dedim ya rahat rahat girip çıkıyordum evine. Hem kim bizi bile bile, daha biz yeni yeni ayrılmışken hemen göz koymuştu?
Artık daha da çok içiyordu. Bu düşünceler beni çıldırtıyordu. Hazmedemiyordum. Bizim çocuklarla dertleşip dertleşip kafayı buluyordum.
Bir gün Cilveli'nin oradan geçerken yine gördüm çiçekçi çırağını. Kıskandım acı içinde seyrettim onun o çiçekleri alışını. Ertesi gün yine gittim evinin oraya başladım evi gözetlemeye. Aklıma onu görüp ilk vurulduğum zamanlar geldi o zamanda böyle dikilirdim sabahtan akşama kadar evinin önüne. Ama şimdi onu başkasıyla olduğunu düşünüyor kahroluyordum.
 O gün çırağı sıkıştırdım bunu kim gönderiyor söyle diye, bilmiyorum abi dedi. Telefonla veriyorlar siparişi. Nasıl sıkmışsam ümüğünü korkudan titriyordu. Tamam dedim not mot bir şey yok mu? Sadece güzel sözler, ama isim falan yok...
Yani tıpkı benim yaptığım gibi…