31 Mart 2018 Cumartesi

GAVAT' A GIRAVAT /5.BÖLÜM



5.BÖLÜM

Düğün hazırlıkları…

O günden sonra bir daha okula gidemedim. Sokağa bile yalnız çıkamadım. San artık nişanlısın diyorlardı.  Ev sahibimizin kızı Meltem öğretmene artık babamın minneti kalmamıştı çünkü ‘Bizim Muhterem Damat Nasip’ diye gururla sağda solda anlattığı adamın evine taşınmak için gün sayıyor ama soranlara da “Hele bir düğünü yapalım, kız bu evden gelinliğiyle çıksın sonra geçeriz kendi evimize diyordu.” Annemin de defalarca sevinerek “Ne güzel taşınacağımız ev kaloriferli artık soba yakmayacağız üşümeyeceğiz, rahat edeceğim” demesine şahit olmuştum. Onlar böyle plan yaptıkça onlardan daha çok nefret ediyor bedelini de beni satarak ödetmelerine halen inanamıyordum. Her gece sabah olmasın keşke diyordum. Çünkü her yeni gün beni evlilik dedikleri o güne daha da yaklaştırıyordu.
 Yetmedi dualarım. Her gece akşamda oldu, sabah da oldu. Düğün dedikleri şeyde zaten nikahtan ibaretmiş. Annem şöyle bir düğün yapsaydık ele güne karşı demişti ama Nasip öyle çok çevremiz yok gerek yok masrafa, ben size biraz para vereyim de o parayla yeni evinize eşya alısınız demiş annemle babamın yine gönüllerini almayı başarmıştı. Ama nikahta olsa gelinlik giysin dediler tabii. Hazırlandık onun annesi benim annem gelinlik bakmaya çıktık. Yine sabaha kadar ağlamıştım. Ama sabah olunca korkudan elimi yüzümü yıkayıp paşa paşa onlarla gelinlik bakmaya gittim. Başka ne yapabilirdim ki? Gelinlikçi kadın bana gelinlik modelleri göstereceğini duyunca şaşırdı. “Bu çocuk ayol daha! Benim kızla yaşıt. Çorabını bile halen ben giydiriyorum. Ne bilirler bunlar evliliği. Oğlanda küçüktür mutlaka bir okullarını bitirselerdi keşke. Hem damat nerede gelmedi mi? Gelseydi de oğlum azcık bekleseydiniz büyümeyi deseydim” dedi.
O an hepimiz kitlenmiş peş peşe bunları söyleyen gelinlikçiye bakıyorduk. Bu sessizliği, Nasip’in kadına düşmanca bakıp sonra da “Damat benim siz işinize bakın!” Diye terslenmesi olmuştu.
Ben gelinlik konusunda da daha sonra aldıkları gecelik terlik, çamaşır, elbise, yüzük hakkında hiç fikrimi söylemedim. Neyi beğendilerse onu aldılar. Çünkü ben orada sadece bedenen bulunuyordum.



30 Mart 2018 Cuma

GAVAT' A GIRAVAT /4.BÖLÜM


4.BÖLÜM

Bana biçilen fiyat…

Babamdan nefret ederek ve ondan hep korkarak büyüdüm. Çünkü anneme çok eziyet ediyordu. Onun bir kere bile bize değer verdiğini ya da bizi düşündüğünü görmedim. Sadece kendini düşünen bencil, kaba, huysuz biri olarak tanıdım.  Zavallı annem. Sırf tatsızlık çıkmasın diye hep susmak zorunda kalırdı. Dayağına da aşağılamasına yıllarca katlandı. Hele “Sen galiba benden bugün dayak yemedin, özlemişsindir” diye alay ederek annemi dövmesi hiçbir zaman aklımdan çıkmayacak acı bir anıdır. Korkudan ben de annem de bir köşeye siner öfkesinin bitmesini beklerdik. Abim de hiç karışmaz böyle anlarda hemen ortadan kaybolur karışmazdı.
İşte, bugün babamdan bir kez daha nefret ettim. Tanımadığım biriyle beni evlendirmek istiyor sırf para uğruna hem de benim halen çocuk olduğumu umursamadan. Annem belki kalabalık gelirler diye o kadar çok hazırlık yapmıştı ki gele gele iki kişi gelmişti. İlk önce oğlu falan mı var onunla evlendirmek istiyor diye dikkatle içerden dinledim. Ama hayır kızınız Çilem’i kendime istiyorum deyince inanamadım, bu nasıl olur diye? Evlendirmek istediği adamın babamla aynı yaşta idi o an ölmek istedim. Üzerine giydiği beyaz gömleğin göbek kısmındaki düğmeleri şişkoluktan her an patlayacak gibi duruyordu. Kaşları birbirine yapışmış bıyıkları ise ağzını tamamen kaplamıştı. Yanağında ki o siyah ben ise kendisini daha da iğrençleştirmişti. Kendimi sıkmaktan bayılmışım. Annemin yüzüme tokat atması sonucu kendime geldim. Annem halen benim durumunu önemsemiyor
“Hadi uyan! Nasip bey oğluma rezil olacağız. Kalk kahve yapacaksın!” Diyordu. Beni bu, çirkin, şişko, kıllı yaşlı adama mı vereceksiniz? Dedim ama, dememle babamın zaten biraz önce istemiyorum dediğim için yediğim dayaktan acıyan vücuduma bir tanesini daha eklemesi bir olmuştu.
Annem yaptı tabii kahveleri. Anlattı bana önce kime vereceğimi, nasıl tutacağımı. Tepsiyi tuttum ama ellerim titriyordu. Hele ayaklarım sanki benden önce koşuyordu. Bir den bire çişim geldi neredeyse altıma kaçıracaktım. Halbuki biraz önce gitmiştim tuvalete. Dişlerimi sıka sıka girdim içeriye annemin dediği gibi önce annesine verdim kahveyi, sonra ona. Yüzüne fırlatmayı ne kadar isterdim o sıcak kahveyi ya da yüzüne tükürmeyi. Sen utanmıyor musun çocuk yaşta ki birini kendine istemeye demeyi ne kadar isterdim. Ama yapamadım tabii. Kahveyi verdim kapıya yakın sandalyeye oturdum çaresizce. Onlara bakmıyor sadece dizlerimin üstüne koyduğum tepsinin motiflerini inceliyordum. Ta ki onun, “Kızınız rahat edecek merak etmeyin. Siz de hemen toparlanın benim evime geçin. Tapuyu da düğünden önce kızınızın üstüne yapacağım” Diyene kadar.  Yüzüne baktığım da ise halının üstüne kusmamak için kendimi tuvalete zor atmıştım… O gün bir ev karşılığında satılmıştım.



29 Mart 2018 Perşembe

GAVAT' A GIRAVAT / 3.BÖLÜM



3.BÖLÜM
            
            Çocukluğumun bittiği o gün…

Anneme, sabah kızı okula gönderme sana yardım etsin demişti babam. Okula gitmemi istemezdi ama hiç de gitmesin dememişti bu zamana kadar. Bunu öğretmen olan ev sahibimizin kızı Meltem öğretmene borçluydum. Çünkü geçen sene orta okul üçüncü sınıfta da gitmesin demişti ama Meltem öğretmen bunun bir suç olduğunu anlatınca babamda kabul etmek zorunda kalmıştı. Annemin odamıza gelmesini bekledim dakikalarca bunun nedenini sormak için. Neden okula gitmeyecektim ki? Ben daha on üç yaşındaydım orta okul son sınıftaydım. Okulumun bitmesine daha bir ay vardı. Annemi beklerken uyuya kalmışım. Sabah babamın işe gittiğini duyunca hemen annemin yanına gidip anne ben okula gideceğim öğretmenler kızar, babam niye gitmesin dedi ki dedim.
O günü hiç unutmuyorum. Ağlamaktan sesim kısılmış gözlerim de dev gözü gibi şişmişti. Ne yaptıysam ne söylediysem okula gidemedim. Hem de o günden sonra hem de hiç. Meltem öğretmenin söyledikleri artık işe yaramıyordu. “Çilem’i alma abi okuldan dersleri çok iyi, bırak okusun bir mesleği olsun” dedi ama olmadı. Senin sözün artık geçmez öğretmen hanım gerekirse evinizden çıkarız. Kız benim kız evlendireceğim demiş ters bile düşmüştü.
Evet, o gün okula gitmedim. O şiş gözlerle anneme yardım ettim. Pasta börek çörek hazırladık birlikte. Akşama mahcup olmayalım iyi hazırlanın demişti babam. Annem “Bak kızım bu adam çok zenginmiş. Rahat edersin. Okuyup da ne olacak, orda burada çalışıp milletin ağzının pis kokusunu mu çekeceksin. Otur kocanın evinde rahat rahat çocuklarını büyüt. Bana baksana bir yumurtayı ikiye bölerek senle abini büyüttüm. Hem bak abine de iş verecekmiş dükkanında. Evi de varmış hem de üç tane, arabası da. Evlerinden birinde biz oturacağız kaloriferliymiş.  Sen de rahat edeceksin bizde. Nasıl yani dedim hiç ben daha çocuğum anne ne evlenmesi? Ben okumak istiyorum! Evlenmek istemiyorum dedim. Dedim de ne oldu. Babam işten gelince benim şişmiş gözlerimi kısılmış sesimiz görünce çok kızdı beni evire çevire dövdü. Sonra da kalk birazdan gelirler yüzünü yıka hiçbir şey de belli etme seni mahvederim demişti. Çaresizce yaptım dediğini, yüzümü yıkadım. Annemim bayramda giymem için aldığı elbisemi giydim. Sonra odamda beklemeye başladım. İçimden durmadan dua ediyordum Allah’ım ne olur bir mucize olsun da gelmesinler vaz geçsinler diyordum. Ama olmadı. Kapı çalındı ve babam kapıda onları neredeyse ellerine kapanırcasına karşıladı. Oooo….Efendim hoş geldiniz…Sefalar getirdiniz… Ne büyük şeref sizi ağırlamak…




GAVAT' A GIRAVAT /2.BÖLÜM


2.BÖLÜM

Kendimle yüzleşmem…
            
Sabaha kadar hastanede uyumayıp şu ana kadar yaşadığım her anı, her saniyeyi düşündüm. Hem de en başından. Şu an burada ölümden dönmüş, acı içinde olsam bile burası bana iyi gelmişti. Kendimle yüzleşmem bundan sonrası içinde plan yapmam için bolca vakit bulmuştum. En çok da kendime kızmıştım bunca ay, bunca yıl onca şeye nasıl katlandım da hiçbir şey yapmadım diye. Kimse bana acımazken ben de kendimden vaz geçtim hiç mücadele etmedim.  Onca iğrençliğe onca işkenceye nasıl katlandım. Gerçi o olayları yaşarken katlanabilmek için artık ayık kalmamaya özen gösteriyordum. Tuvalete gidip kusup tekrar içmeye devam ettiğim anları hatırlıyorum.  Nefret ediyordum içkiden bünyem de kaldırmıyordu ama bunu yapmaya mecburdum.
            Doktorların vizite çıktıklarını koşuşturma seslerinden anlıyorum. Kahvaltı geldi odaya onu da yemedim. Bir an evvel buradan çıkmak istiyorum.  Sabaha kadar düşündüklerimi bir an evvel hayata geçirmem gerekiyor artık. İnsan kendinden özür diler mi? Ben diledim. Hem de defalarca ve ilk kez. Geç de olsa anlamıştım kendime, kendimden başka yardım edecek kimsenin olmadığını. Herkes kendini düşünüp hayatını yaşarken ben bu yaşta ölümü istemiştim. Hem de polisin tokat gibi yüzüme vurduğu gibi, sokak da bir çöp bidonunun yanında. Yani çöp gibi değersizce. Oraya gidip ölmeyi istemek benim kendime biçtiğim bir bedeldi. Peki ne için? Kurtulmak için mi? Öyle olsa idi bugün yaşıyor olmazdım elimdeki acıyla uyanmazdım. Demek ki çözüm bu değilmiş. İyi de ben nasıl düşmüştüm o batağın içine? Kendi isteğimle mi?


26 Mart 2018 Pazartesi

GAVAT'A GIRAVAT/ 1.BÖLÜM




1.BÖLÜM

Beni neden kurtardınız?
Neden ölmemi engellediniz?

Uyandığımda göz yaşlarıyla ilk sorum bu olmuştu hemşireye. O da bana tüm sevimliliği ile “Ama bizim görevimiz hayat kurtarmak. İnsan hiç kendine bunu yapar mı? Aileni geride kalanları düşünmedin mi? Ya sana bir şey olsaydı? Hem ölmek için çok genç ve güzelsiniz” demişti.
Bunu gerçekten inanarak mı söylüyor yoksa bana moral olsun diye mi söylüyor bunu anlayacak ya da kafa yoracak durumda değildim. Eskiden olsa kendi güzelliğimden emin olabilirdim ama şimdi bu halimle ancak bana bakan biri acıyabilirdi. Aileye ya da ardımda benim için üzülecek kişilerin olup olmadığına gelince bugüne kadar bu konuya o kadar çok ağlamış üzülmüştüm ki şu an bunun için tekrar ağlayamayacaktım.
Bileğimde müthiş bir ağrı vardı. Elimde ki surumun ağırlığı varmış gibi sanki zorla tüm gücümü toplayarak bileğime kaldırıp baktım. Sargılıydı. Evet, ne olduğunu hatırlıyordum. Ama kurtulmuş olduğuma inanamıyordum. Çünkü bileğimi çok derinden kestiğimi ve kurtulamayacağımı düşünmüştüm. Ağrı kesici verir misiniz çok ağrıyor diyebildim. Hemşire “Merak etmeyim serumun içinde var. Birazdan ağrınız geçecek, ben doktoru çağırayım” deyip odadan ayrıldı. Çok şiddetli ağrım olmasa hemşire odadan çıkar çıkmaz hastanede bir saniye bile durmam kaçardım ama Allah kahretsin ki bileğim sanki yeniden kesiliyormuşçasına ağrıyordu. Yine de yataktan kalkmayı denedim. İlkinde yapamayınca ikinci kez denemeye çalışırken kapı açıldı. Beni öyle gören doktor biraz önce tanıştığım hemşire gibi hiç de nazik değildi. “Sizi kurtarmak için baya uğraştık, çok kan kaybetmişsiniz lütfen bizi başa döndürmeyin. Şimdi polis memuru sizin ifadenizi alacak” deyince yatağa yeniden uzanmak zorunda kalmıştım. “Size ne olduğunu hatırlıyorsunuzdur herhalde? Dün intihara teşebbüs etmiş bileğinizi kesmişsiniz. Bileğinizde dikişler var. Yarın bir komplikasyon yaşanmaz ise hastaneden ayrılabilirsiniz der demez bu sefer de polis devreye girdi.
“Geçmiş olsun kızım! Bana anlatacakların vardır herhalde? Seni biri mi zorladı kendin mi yaptın? Sokakta bir çöp bidonunun yanında bulunmuşsun. Kimliğin de yok.”
Yok memur bey, benim kimsem yok.  Bir anlık sinir krizi. Şimdi pişmanım ama. Bırakın beni gideyim.
 İşte, ne kadar zorladılarsa sadece bu kadarını anlatmıştım onlara. Zaten gerçekleri, yaşadıklarımı nasıl anlatabilirdim ki? Sadece Sustum…








23 Mart 2018 Cuma

SUS...!/40.BÖLÜM -SON-



40.BÖLÜM

Suskunluğumun sonu …
          
  Annem yine başını belaya sokacaksın yapma kızım demişti ama beni döndüremeyeceğini de biliyordu. Yine haklıydı. Daha kaç kere daha annemi üzecektim. Ama söz vermiştim. Bu son demiştim ona. Kenan’dan öcümü almaz isem onunla ilgili bir haber okuduğumda yine başa döneceğim. Ben onun yüzünden yıllarca üzüntü çektim. Sustum kimseye anlatamadım. O iş yemeklerinde olsun hep mutlu evli kadın profilime devam ettim. Anlattığım insanlarda zaten inanmamışlardı. Mutsuzum dedim, şiddet uyguluyor dedim. Olamaz dediler. Ben ne yaptım o zaman? Kabul ettim ve sustum.
Şimdi konuşma zamanı. O nasıl beni mutsuz ettiyse ben de onu mutsuz edecektim. Hemen o meşhur peruklarımdan birini taktım. Kenan’ın okuluna gittim. İnternetten Kenan’ın nişanlandığı kızı araştırdım. Evet o da bu okulda son sınıf öğrencisiydi. Çok korkuyordum. Ne yapacağımı nasıl konuşacağımı bilmiyordum ama hangi sınıfta olduğunu hangi dersler aldığını öğrendim. Girdiği amfinin önünde beklemeye başladım. Evet ders bitmişti. İnternetten resmini gördüğüm için görür görmez hemen tanıdım kendisini. Güzel bir kızdı. Takip etmeye başladım. Kantinde oturup bir şeyler yemeye başlamıştı. Birkaç dakika bekledim belki Kenan yanına gelir diye. Ama gelmedi. Ben de kendime çay alıp masasına yaklaşıp, gelecek biri yoksa otura bilir miyim dedim. Lütfen buyurun dedi. Nasıl bir konuşma ortamı açsam da konuşsam diye bir yandan çayımı içiyor bir yandan da düşünüyordum. Sonra yemek yerken elinde ki yara izi dikkatimi çekti. Gözlerime inanamamıştım. Bu izi çok iyi biliyordum.
Tornavida izine yeşil elma ile limon sürerseniz yara izi hafifliyor daha çabuk iyileşiyor diye söyleyiverdim. Şaşırmış yüzüme bakıyordu. Nereden bildiniz tornavida olduğunu diye sordu. Haklıydı. Hayatımızda çok sık karşılaştığımız olağan bir durum değildi tabii tornavida ile şiddet görmek. Benim eşimin meşhur şiddet şekliydi o yüzden iyi bilirim dedim. Nasıl yani der demez anlatmaya başladım. Başlarda çok nazik bir adamdı. Herkes ona hayrandı. Yakışıklı, karizma, eğitimli, kibar sürekli jestleriyle kalbimi fetheden o adam evlendiğimiz de başka birine dönüştü. Egoist, sürekli emir yağdıran, herkesten beni uzaklaştıran, bir canavara dönüştü. İşte bakın benimde kolumda aynı izden var. Annemle buluşacağım dedim koluma tornavida soktu. Herkese anlattım kimse inanmadı. Sonra kabusa dönen yıllar. Sonra kaçtım ondan, beni bulup öldüreceğinden korktum. Her şeyimi yerimi yurdum değiştirdim. Çünkü biliyordum onun ne kadar tehlikeli olduğunu.
Kızcağız beni kocaman gözlerini açarak dinliyordu. Onun, bu adam kim diye sormasına izin vermeden üst üste anlatıyordum anlatacaklarımı. O da bu okulda herkesin sevdiği bir profesördü. Herkes ona bayılıyordu. Ben de gurur duyuyordum onunla. Ne zaman evlendik beni kapattı eve. Tüm haklarımı elimden aldı. Çocuk istiyordu. Kendinde sorun vardı ama beni suçluyordu. Her akşam yaşadıklarımız çok özel olur anlatmayacağım ama benim duygularıma hiç önem vermiyordu. Sanki ben onun kölesiydim.
Kız sanırım kendi yaşadıklarıyla bazı anlattıklarımı bağdaştırmış olacak ki yüzüme korkuyla ve daha ilgiyle bakmaya başlamıştı.
Hiç lafı uzatmaya gerek yok. Bakın bu anlattıklarım size bazı şeyleri bazı olayları çağrıştırdıysa lütfen bir daha düşünün. Sanırım nişanlısınız elinizde yüzüğünüz var evleneceksiniz. Ama bu anlattıklarımı bir düşünün. Bakın sizi tanımıyorum. Sadece elinizde ki tornavida izin gördüm. Ne için yapmış olsa bile normal bir davranış değil bu. Tıpkı bana yaptığı gibi. Yıllarca sustum ama artık susmuyorum. Hayatımı mahvetti. Ama başkalarının hayatını mahvetmesine seyirci kalamam. Çünkü arkadaşlarımdan, ailemden okulumdan işimden zorla kopardı beni. Halen onun izlerini taşıyorum. Son bir şey söyleyeceğim eğer küçücük bir şüpheniz varsa hemen noktayı koyun. Ona yaptı bana yapmaz, değişir, akıllanmıştır diye beklemek inanmak sadece kendimizi kandırmaktır. Lütfen bu anlattıklarımı büyüklerinle, kâmil insanlarla konuş öyle kararını ver. Hayatımız başkası istiyor diye susacak kadar ucuz değil…Hoşcakal…
Tam masadan kalkıp gidiyordum ki “Bu kişiyi sanırım tanıyorum. O kadar iyi anlattınız ki. Teşekkür ederim. Bana susmayı değil konuşmayı hatırlattığınız için” demesi gözümün önümden hiç gitmiyor.
Sonra tabii gazetelerde ayrıldılar haberini okudum. Hiç üzülmedim. Aksine çok sevindim. Bir genç kızın hayatını kurtarmış kahraman gibi görüyordum kendimi. Kenan’ın da mutluluğuna nokta koymam içimi rahatlatmıştı. Artık huzurluydum. Anneme son demiştim. Gerçekten de son olmuştu. Hayatımda ki son mutsuzluğumu da susmamış temizlemiş kendime yapılan haksızlığın öcünü almıştım…
                  

                                                                       -SON-

22 Mart 2018 Perşembe

SUS...!/39.BÖLÜM


39.BÖLÜM

Kendimle son hesaplaşmam…

Annem bunları söylemişti söylerken de küçük bir çocuğun saçlarını okşar gibi sevgiyle okşamıştı saçlarımı. Ne kadar açmışım meğer sevgiye şefkate. Çağrı’da bulmuştum o sıcaklığı, anlayışı ilk zamanlar ya da bulduğumu sanmıştım. Çünkü kocamdan görmemiştim ilgi sevgi anlayışı. Ne kadar uzak kalmıştım annemden. İçimde ki öfkemin biteceğinin sanıyordum. Hayatımın düzene gireceğini mutlu olacağımı sanıyordum. Ama olmadı. Bu olayda yani Çağrı’nın karısını öldürdüğünü ispatlamam, Sinop’ta o asansör çıkışında bir adamın öldürüldüğünü görüp katillerini yakalatmam içimde ki öfkemi dindirmemişti. Çünkü kendi duygularımı içime atmak, sırf başkaları istiyor diye kendimden feragat edip susmak zorunda kalmak sanırım tüm dengemi bozmuştu. Yani annemin yanında olması kendimi güvende hissetmem özgür olmam sanırım yetmiyordu. Yani beni kalıba sokan susturanları affedemiyordum. O iki katiller sadece bir adamı öldürmemiş beni de susmam için bıçaklamışlardı. Çağrı ise karısını öldürmüş o pis kirli elleriyle bana temiz bir yol açmış güya sevgiyle kucak açmıştı. Kirli geçmişin üzerine yeni temiz bir sayfa açılır mı? Susulur mu? Olmadı iste. Susamadım.  Susmadım.  O zaman insanca yaşayabilir miydim? Vicdanım beni bırakmazdı ki! Bırakmadığı için zaten kendimi tehlikeye atıp katilleri buldum. Ama bitmedi. Benim hayatımı mahveden Kenan’dan da öcümü almadan rahat etmeyecektim. Zaten her şey onla başlamamış mıydı? Aşık olduğum eğitimli, yakışıklı, tüm üniversitenin hayran olduğu saygın hocası ile evlenmiş ama hayal kırıklığına uğramıştım.


21 Mart 2018 Çarşamba

SUS...!/38.BÖLÜM


38.BÖLÜM

Seninle gurur duydum…

 “İyi ki de bulmuşsun yavrum. Zaten ben senden hiç ümidimi kesmedim ki. Biliyordum yaşadığını. O odada tam dört gün kaldın. Eğer biraz daha kalsaydın hayatın riske girebilirmiş. Allah seni bana bağışladı. İyi ki de bu arada Çağrı seni bulmadı. Bulsaydı bu durum hiç de hoşuna gitmezdi. Sana zarar verirdi. Ama yapamadı ve yakalandı. O gün Sinop’a gittiğinde yakalanma kararı çoktan çıkartılmıştı bile. Senin gözün gibi baktığın ve Ece’ye ait olduğunu düşündüğün kanlı fuları polise teslim ettim. Bir iki gün sonra da Çağrı her şeyi itiraf etmek zorunda bırakılmış yani o senin Sinop’ta gördüğün mezar gerçekten Ece’nin mezarıymış. Annesine yolladığın o mesajdan sonra Sinop’a gitmiş evi temizletmiş mezarda ki kemikleri oradan alıp başka bir yere gömmüş. Ama sonunda itiraf edip o mezarı göstermiş. İyi ki o fuları Tarçın bulmuş da sen de saklamışsın. Ecenin kanı varmış üstünde. Sonra da senin o odada bulduğun o paralar, dekont, sahte video. Kızcağıza zorla tehditle çektirmiş bankadan parayı. Üstüne de zorla bir video, güya sevgilim var ben gidiyorum lafları. Ama tutmadı planı olan kızcağıza oldu. Zavallıyı bile isteye öldürmüş. Ama kanı yerde kalmadı. Senin sayende. Seninle gurur duyuyorum."




20 Mart 2018 Salı

SUS...!/37.BÖLÜM



37.BÖLÜM

Annemin anlattıkları…
 “Sen beni aramayınca bir terslik olduğunu anladım zaten. Onun sana zarar verdiğini hatta kaybettiğimi düşündüm. Kahroldum önce. Ama sonra dedim ki, kendimi toparlamalıyım ya başka bir şey olduysa? Hemen Orhan abiye gittim anlattım her şeyi. Dedim ya sana eli kolu uzun biri diye. Hemen Çağrı’nın şirketine birini soktu. Odasına dinleme cihazı koydurdu. Çağrı’nın sekreterine Sinop’a bilet aldığını duyunca peşine birini taktı nereye gitti ne yaptı adım adım izledi onu. Ama Sinop’ta ki eve girmesiyle çıkması bir olmuş. Sonra bir yere gidip yemek yemiş. Yani öyle dikkat çeken bir şey yapmamış. O arada tabii evi araştırıldı. Orada bir şey bulunamadı. Bizde bu arada burada ki evine girdik. Amacım sana ait bir şey bulmaktı. Üst katları didik didik ettik. Hırsızlık süsü verdik sonra. Her yeri dağıttık. Tek yer kalmıştı. Orada aşağısı. Çok kötü olmuştum neredeyse bayılacaktım. Tam ümidimi yitirmiş merdivenlerden çıkıyordum ki o tabloda yanan ışığı fark ettim. İşte, sonrası malum seni kurtardık. Sana sordum oranın anahtarı var mı diye, var diye iki kere üst üste ışığı yakıp söndürünce kapıyı açmak için her yere elledik. Anahtarı odanın içinde mi neresinde, tablonun üzerinde mi diye sora sora buldum yerini. Tabloda ki evin üzerinde ki zile basınca kapı kendiliğinden açıldı. O seni bulduğumuz oda öyle bir sistemle yapılmış ki şayet odanın kapısı açıksa ve o anda evin sokak kapısı açılırsa bu oda kendiliğinden otomatik olarak kapanıyormuş. Bu savaş zamanında sığınak diye yapılmış. Aslında odanın içinde da kapıyı açan bir düğme varmış ama sen bulamamışsın tabi. Ya da aramadın mı?”
Aradım hem de çok, ama bulamadım anne. Kendimi kaybetmeye başlamıştım. Havasızlık, açlık, susuzluk bir de en önemlisi öleceğim korkusu beni bitirmeye başlamıştı. Kapıya yaklaşınca işte bir tek o ışığı fark ettim.




SUS...!/36.BÖLÜM



36.BÖLÜM

Işıklı mesaj…

Annem birden ağlamasını kesmiş elleriyle deli gibi duvarlara vuruyordu. Birden yavrum sen misin bu ışıkları açık kapatan dedi. Bu soruyu kaçırmamam gerekiyordu. Hemen düğmenin başına geçip üst üste iki kere açıp söndürdüm. Sonra bağımı yine kapıya dayayıp ne yaptıklarına baktım. Şaşkınlıkla birbirlerine bakıyorlardı. Annem, “Bu nasıl olur. Bir daha soruyorum. Sen benim kızım mısın? Sen Seral misin? Cevabın evet ise iki kere ışığı aç, kapat!  Evet yaptım tam iki kere üst üste açıp kapattım. Annem hıçkırıklarla ağlıyordu. Bir yandan da bana soru sormaya devam ediyordu. Seral kızım bu odada mısın? Sen bizi duyuyor musun? Görüyor musun? Yaralı mısın…?
…Gözlerimi açtığımda sanki günlerdir uykusuzluğumu yenmiş sonra da çok güzel bir uyku çekmiş gibiydi. Başımı okşayan bir eli görüyordum ama kim olduğunu algılayamıyordum. Ta ki annemin Seral’im! Yavrum! Hoş geldin! Demesine kadar. Evet annem başımı okşuyor çok şükür kurtuldun yavrum diyordu.  İnanamamıştım. Kilitli bir odada kalmıştım aç susuz. Demek ki kurtulmuşum oradan.
Tam üç gündür hastanede uyuyormuşum. Vücudum açlık ve susuzluktan neredeyse iflas etmek üzereymiş. O yediğim üç krakerle bisküvi, iki şişe küçük şaşal su benim hayatımı kurtarmış. Annemle şu an hastaneden çıktık evimize gidiyoruz. Eve gidince tek tek anlatacağım sana dediği için soru sormuyorum. Halen çok korkuyorum. Şoku atlatmış değilim. Tekrar o anları hatırlamak istemiyorum belki de. Ama şu an evdeyiz kendimi güvende hissediyorum. Anneme sarılıyorum her an. Onun sıcaklığı bana güç veriyor. Artık hazırım anne anlat beni nasıl kurtardın?













18 Mart 2018 Pazar

SUS...!/35.BÖLÜM



35.BÖLÜM

Annem…

Sanırım ölmek üzereyim. Ne zamandır yatıyorum böyle aç susuz bilmiyorum. Sürekli kapıya yaklaşıyorum o lambanın düğmesine basıyorum biri gelirde ışığı fark eder diye ama gelen yok. Onca şeye katlandım onca riske tehlikeli işlere girdim, güzel bir hayatım olsun diye. Şimdi ise burada aç susuz ölmeyi bekliyorum. Dışardan sesler geliyor sanki. Ya da hayal mi görüyorum? Ayağa kalkmalıyım ama o gücü bulamıyorum kendimde. Elimi kaldıramıyorum. Bacaklarım yürümüyor. Her yanım acıyor. Rüya mı halüsinasyon mu yoksa gerçek mi bu sesler? Yoksa ölmeye başladım da annemin sesini mi duyduğumu sanıyorum? Rüya da olsa annemi görmeyi o kadar çok özledim ki! Öleceksem de onun yüzünü görüp de ölmeye razıyım. Son bir gayretle kapıya yaklaştım. Evet annemi görüyorum merdivenlerden iniyor. Yanında da iri bir adam var. Annem fenalaştı orada ki koltuğa attı kendini. Seslerini de duyuyorum. Annem, “Yok burada da! Yok! Diyor bir yandan da ağlıyor. Adam da merak etme bulacağız kızını diyor. Rüya olsa bunları duyar mıydım diye sordum kendi kendime. Sonra da ışık aklıma geldi. Bir yakayım dedim. Zorlayarak düğmeye bastım ve tekrar kapıya yaklaştım. O kadar zor hareket ediyorum ki ben düğmeye basıp gelene kadar annem çıkmış yukarı. Tekrar denedim tekrar tekrar. Aslında beni duymuyorlar biliyorum ama son gücümle, Anne! Diyorum. Bir yandan da kapıyı yumrukluyorum. Ama olmadı. Maalesef olmadı. Duymadılar beni, yukarı çıktılar. Ama ben halen basıyorum düğmeye. Derken o da ne…?  Annemin sesi tekrar duyuldu. Kapıya yaklaştım. Annem bu ışık nereden yanıp sönüyor diyor. İkisi birden tabloya bakıyorlar. Ben de kapıya neredeyse yapıştım. Yumrukluyorum. Duymuyorlar beni tekrar tekrar lambayı açıp kapatıyorum. Şaşkınlıkla tabloya bakıyorlar. Duvarın, tablonun ellemedikleri yeri kalmadı. Bir tek tabloda bulunan kapının ziline basmadılar. Doğruya, kimin aklına gelir resim üzerindeki kapının ziline basınca bu gizli odanın kapısının açılacağı.

17 Mart 2018 Cumartesi

SUS...!/34.BÖLÜM



34.BÖLÜM

Mucize…

Odanın içi oldukça aydınlıktı. Hemen kapıya yaklaşıp odaya baktım. Evet oda da görünüyordu. Demek ki hava aydınlanmış yani ertesi gün olmuştu. Bir gün önce, Ayşe temizlik yapmaya gelmeden önce annemi aramıştım ama bugün onu arayamadığımda annem de benim başıma bir şeyin geldiğini anlayacaktı. Ama önemli olan ne yapacağı idi. Karnım çok acıkmış özellikle de susuzluk beni mahvetmişti. İki tane koltuk vardı onları yan yana getirip uzanmak istedim. Tam koltukları çekiyordum ki yerde bir kablo dikkatimi çekti. Kabloyu takip ettiğimde kablonun bir ucunun parkenin altına doğru ilerlediğini gördüm. Ucunda da bir düğmesi vardı. O düğmeye bastım ama benim görebileceğim bir değişim olmamıştı odada. Bir yandan da bu düğme konulmuşsa mutlaka bir anlamı vardır diye düşünüyordum. Defalarca açtım kapattım. Sonra tekrar kapıya iyice yaklaştım. Odayı görebiliyordum. Ama sanki daha parlak görünmüştü gözüme. Sonra acaba bu düğmenin bu ışıkla bir ilgisi olabilir mi diye düşünüp o kablonun ucunda ki düğmeye tekrar bastım. Tekrar kapıya yaklaşıp odanın parlaklığını kontrol ettim. Evet sanki demin ki parlaklık kaybolmuştu. Bunu birkaç kez yaptım. Sonunda bu düğmenin o tablonun etrafında bulunan ve onu aydınlatan led ışıkları olduğunu anladım. Allah’ım neredeyse sevinçten ağlayacaktım. Sonunda bu odadan kurtuluş yolunu bulmuştum. Sadece bu kata birinin inmesi gerekecekti. Açlık ve susuzluk beni mahvetmişti. Odanın içinde o kadar çok eşya vardı ki işime yarayan bir şey bulurum belki diye tek tek kutuları tekrar karıştırmaya başladım. Kutulardan biri diğerlerine göre daha minikti. İçinde ne olabilir ki diye açtığımda gözlerime inanamamıştım. Bu depremlerin sık sık yaşandığı bir dönemde her evin bir köşesinde durması için hazırlanan deprem çantasıydı. İçinde fener, bir iki bisküvi, bir iki küçük su, ilk yardım malzemeleri vardı. Su ile bisküvileri görünce onları nasıl açtım yedim bilmiyorum. Dakikalar saatler geçmek bilmiyordu. Hep annemi düşünüyordum. Mahvolmuştur. Ama anneler hisseder. Allah’ım ne olur benim yaşadığımı hissettir ona. Benden ümidini kesmesin…


16 Mart 2018 Cuma

SUS...!/33.BÖLÜM


33.BÖLÜM

Gizli oda…
Burası kocaman gizli bir oda idi. Bir sürü kutu vardı. Bu kutuların bazıları bana tanıdık gelmişti. Sinop’ta ki evde görmüştüm bunları. İçlerini şöyle bir karıştırdığımda kadın kıyafetleri ile eşyalarının olduğunu gördüm. Ece’nin eşyalarıdır diye düşündüm. Yalnız en ilginç olanı bir çantanın içinde deste deste paraların olmasıydı. Kim bu kadar parayı evinin gizli bir bölümünde saklar ki? Bu para Ece’nin annesinin bahsettiği para olabilir mi? Yani Ece bir erkekle kaçtı tüm parasını çekmiş demişti. İçinde de Ece’nin bankadan çektiği para dekontları var. Aman Tanrım! Ece bu parayı çekmiş sevgilisiyle kaçmış olsa bu dekontların ve paranın Çağrı’nın evinde ne işi var? Ben tam bunları düşünürken yukarda bir ses duydum acele ile tam odadan çıkacaktım ki kapı kendiliğinden kapanıverdi. Hem de birden ve süratle. Ne yapacağımı şaşırmıştım. Kapının kolu ve anahtar deliği olmadığı için içerde kalmıştım. Beni Çağrı burada bulsa bir türlü, bulmasa bir türlü diye düşünürken, bulamamasının daha kötü olacağına kanaat getirip korkudan ağlamaya başladım. Çünkü beni bulamazsa burada ölebilirdim. Ama bulduğunda da gizli odasını bu paraları bu dekontu gördüğüm için beni öldürebilirdi. Burada ölmeye niyetim yoktu. Kapıyı yumruklayıp ses çıkartmayı denedim. Ama sonuç alamadım. Birden kapıya doğru iyice yaklaştığımda dışarısını görebildiğimi fark ettim. Çağrı merdivenlerden aşağıya inmiş sağa sola bakıyordu. Birden Asya diye bağırdığını duyunca onun da beni duyacağını ümit ederek buradayım Çağrı deyip kapıyı yumrukladım. Ama sanki Çağrı beni duymuyordu. Şöyle bir odaya bakıp hızla yukarıya çıktı. Defalarca kapıyı yumrukladım bağırdım ama netice aynı. Sonunda bu odadan dışarıya ses gitmediğini anladım. Ama ben halen yukarıdan Çağrı’nın bana seslendiğini duyabiliyordum. Burası ne garip bir oda idi ve ne amaçla yapılmış olabilirdi ki? Dışardan bakıldığında tablo, içeriye girince kocaman bir oda. Kapıyı yumruklamaktan ağlamaktan o kadar bitkin düşmüştüm ki ne ara uyuya kalmışım bilemedim. Uyandığımda yerde yatmaktan her yanım ağrıyordu. Saatin kaç olduğunu bilmiyordum. Kapıya yaklaştığımda her yerin karanlık olduğunu görünce havanın karardığını anlamıştım. Acaba Çağrı benim için ne düşünüyordu. Yeniden onu terk ettiğimi falan mı? Peki annem ne olacaktı? Ben onu her gün arıyordum. Şimdi aramazsam annem ne düşünecekti. Belki benim öldüğümü düşünecek kahrolacaktı. Yine de annem tek ümidim idi. Yoksa burada diri diri ölüme gidecektim. Bir seçenek daha vardı o da Ayşe’nin buraya iki gün sonra geldiğinde tekrar bu odaya herhangi bir sebeple girmesi. Peki ben iki gün dayanabilecek miyim?



SUS...!/32.BÖLÜM



32. BÖLÜM

Duygularım…

Bu evde onunla kaldığım her gün kendimden nefret ediyorum. Onu sevmiştim. Hem de çok. Çünkü kalbime dokunmuştu. Yaralarımı sarmıştı. Bana yeni duygular tattırmıştı. Yeniden sevmeyi öğretmişti. Ama kalbim bu kez de yanıldı. Bu kez de yanlış birine inandı. Neden Kenan sınavından kalmama rağmen yeniden birine inandım ki? Bu kadınca bir duygu mu? Yoksa benim zayıflığım mı? Sadece istediğim mutlu olmaktı. Ama olmadı…Bu duyguları kendime acıyarak, kızarak hissetmeme rağmen burada kalmaya mecburum. Çünkü Çağrı’nın yalan söylediğini biliyorum ve ispatlamak için elimde bir fırsat var. Eninde sonunda Çağrı bu konuda bir açık verecek ve bu da onun sonu olacak.
Tam bir hafta olmuştu. Her gün alışveriş biraz da hava almak bahanesiyle dışarıya çıkıyor anneme iyi olduğumu söylüyordum. Çağrı bana çok iyi davranıyordu. Bazen acaba ona haksızlık mı yapıyorum diye düşünüyordum ama sonra bir kadının öldürüldüğü aklıma geliyor ve yeniden hırslanıp oyunuma devam ediyordum. Çağrı’nın evi üç katlı idi. Bekar yaşadığı için iki günde bir eve temizlikçi geliyor evin her işini yapıyordu. Çağrı hiç yorulma sen Ayşe geldiğinde her şeyi ona yaptır diyordu. Ben de aynen öyle yaptım. Sadece Çağrı için yemekler yapıyordum. Çünkü evde yapacak başka şeyim yoktu.
O gün Ayşe eve temizliğe gelmişti. Ben de mutfakta yemek yapıyordum. Mutfak lavabosu tıkandığı için kirli sular giderin olduğu yerden mutfağın içine doğru doğru akmaya başladı. Panikle Çağrı’ya haber verelim bir tesisatçı göndersin dedim. Ama Ayşe bunu istemedi, ben alışkınım şimdi halledebilirim deyip alt kattaki depoya koştu. Ben Çağrı yokken evin her yerini gezdiğim için evi biliyordum ama Ayşe’nin getirdiği bu kocaman alet kutusunu görmemiştim. Ona da ben evin her yerini gezdim bunu hiç görmedim, nereden getirdin bu çantayı diye sormaktansa lavaboyu hallettikten sonra tekrar yerine koyarken onu izlemeyi uygun gördüm. Ayşe’nin alet kutusunu koyduğu yeri görünce çok şaşırmıştım. Duvarda bir kapı olabileceği hiç aklıma gelmemişti. Çünkü orada bir tablo asılıydı. Ayşe tablonun üzerinde ki evin ziline basınca duvarda bir kapı otomatik olarak açılmıştı. Deniz kenarında kocaman bir çiftlik evi manzarası olan bir tablo idi bu.  Hatta ilk geldiğimde o resmi çok beğenmiş ve uzun uzun seyretmiştim. Ayşe’nin beni görmesini istemediğim için hemen yukarıya çıktım. Gerçekten elinin alışkın olduğu belli idi çünkü bir usta edasıyla hemencecik halletmişti. Ben de bunu fırsat bilip temizlik bitti istersen sen gidebilirsin deyip onu gönderdim. Çünkü aklım fikrim o odaya girmekti. Tamam dedi ve gitti. Ben de hemen aşağıya indim.












14 Mart 2018 Çarşamba

SUS...!/31.BÖLÜM



31.BÖLÜM

Çağrı benim bütün söylediklerime inanmıştı. Beki de inanmış görünüyordu. Bilemem. Ama ben ona deli gibi aşık kadın rolümü son hız oynuyordum. Ona sık sık; sen Cuma geliyordun Pazar gidiyordun. Bu bana yetmemeye başlamıştı. Sen gidince kendimi çok yalnız ve mutsuz hissediyordum. Seni çok özlüyordum. Çareyi kaçmakta buldum. Pansiyonlarda kaldım. Annemi de çok özlemiştim. Onu bulmaya o pazara gittim. Bekledim saatlerce gelmedi. Sonunda birine sordum. Tabii beni tanımadığı için, “Kadının kızı öldü buralardan gitti. Bilmiyor kimse nereye gittiğini. Kocasından kaçtı diyen var, intihar etmiştir diyen var” dedi. Yıkıldım tabii. Buraya kaç kere geldim ama cesaret edemedim seni aramaya. Ancak seninle ilgili haberleri duyunca artık dayanamadım. Yanında olmak istedim. Sen nasıl benim en zor günlerimde yanımda olduysan ben de senin yanında olmak istedim dedim. Bu sözleri iyice inansın diye defalarca tekrarladım. Bu arada Kenan’ın beni görmemesi için tedbiri de elden bırakmıyor tanınmamak için o peruklarımı kullanıyordum. Ama anneme her gün arayıp iyi olduğumu söylemem gerekiyordu. Beni zaten tek bu şartla göndermişti.
Çağrı sana bir telefon alalım dediğinde gerek yok, kimim var ki arayacağım. Annem bile yok. Bir tek sen varsın deyip, inandırıcı olsun diye başlattığım ağlama oyunumun sonra gerçekten önünü alamayıp bugüne kadar hiç ağlamadığım kadar hıçkırıklarla ağlamıştım. Çağrı’da beni sakinleştirmek için elinden geleni yapmış ve sevgi ile sarılmıştı. O andan itibaren Çağrı’yı istediğim kıvama getirdiğimi anlamıştım.
  Seni üzmemek için sormuyorum ama Çağrı neler oluyor? Anlatsana şu meseleyi deyip konuyu karısına getirdim. -Birisi Ece’nin kaçmadığını benim onu öldürdüğümü ortaya atmış. Araştırdılar hatta Sinop’ta ki eve kadar gitmişler. Ama bir şey bulamadılar.
-Orayı nereden bulmuşlar ki?
-Polis bulur canım saklı değil ki o ev. Uçakla oraya gelişlerimi arabayla geldiğimi falan tespit etmişler.
-Ne! Ya beni de biliyorlarsa? Hem orada ne aramışlar ki?
-Yok merak etme seni bulamazlar. Çünkü ben orayı temizledim. Sana ait eşyaları da yok ettim Ece’ye ait olanları da.
-Ece ile gittiniz mi hiç oraya ki?
Evet ama ispatlayamazlar demiş sonra da sanki ağzından kaçırmış gibi konuyu değiştirmiş boş verelim bunları. Polis hiç
İşte bu son sözler hiç aklımdan çıkmıyordu. Çünkü avukatları her söylemlerinde Ece’nin o evde hiç bulunmadığını söylemişlerdi. Halbuki Çağrı bana gittik demişti. İyi de ben bunu nasıl ispatlayacaktım? Ama pes etmeyeceğim yani susmayacağım ve gerektiğinde son kozumu oynayacaktım…





SUS...!/30.BÖLÜM


30.BÖLÜM

Seni özledim…

Annemin dedemden kalan uzun süredir de gitmediği bir evi vardı. O evi ne Çağrı nede Kenan ne de üvey babam biliyordu. Oraya gitmeye karar verdik. Aslında annem daha ilk İstanbul’a geldiğimiz andan itibaren diyordu, orayı kimse bilmez oraya gidelim diye ama ben ne kadar kalacağımızı bilmediğimiz için istememiştim. Ama şimdi o eve bize ilaç gibi gelmişti. Hemen evin yakınında bulunan marketten ihtiyacımız olan şeyleri aldık ve eve gittik. Her yerde ananemin ve dedemin anısı vardı. Annem daha kapıdan girer girmez ağlamaya başlamıştı. “Bu eve böyle seninle hırsız gibi gizli saklı mı gelecektim” diyordu. Halbuki ne kadar istemişti ben evlendikten sonra hep beraber burada buluşalım vakit geçirelim. Çünkü burası İstanbul’un o karmaşasından uzak sessiz sakin bir yerde idi. Ama olmadı. Çünkü ben Kenan’ın emrindeydim.  Annem biraz ağladıktan sonra gözyaşlarını silmiş “Tamam geçti! Hadi anlat planımızı” demişti.  Anlattım kafamdakileri. Çağrı’nın bana çıkarttığı kimliğimi aldım ve telefonumu da evde bırakarak evden ayrıldım. Çağrı’nın iş yerinin olduğu semte gittim. Bir markette girip ücretiyle telefonu kullanmak istediğimi söyledim. Çağrı’nın cep telefonunu aradım. Çok korkuyordum. Ama yapmak zorundaydım.
-Alo! Merhaba Çağrı. Ben Asya!
-Asya!
-Biliyorum bana kızgınsın! Ama seni çok özledim. Hakkında çıkan haberleri de duydum çok üzüldüm.
Bu cümleleri hızlı hızlı söylemiş onun yanımda olduğumu, çıkan o haberlerle benim ilgim olmadığını hissettirmem lazımdı. Beni dinlediğini görünce devam ettim oyunuma.
-Ne söylesen haklısın! Ama biraz kafamı toplamak istemiştim. Özellikle duygularımı tartmam gerekiyordu.
-Peki işe yaradı mı?
-Hem de nasıl? O kadar çok özledim ki seni ve geri geldim. Artık Sinop’ta seni beklemek yetmiyordu.
İşte bu son cümlem çok işe yaramış olacak ki,
-Beni terk ettiğini düşündüm, istemediğini.
-Hayır aksine çok istiyordum. Ama böyle metres gibi olmak gizli saklı yaşamak zoruma gidiyordu. Seni görmem lazım Çağrı şu an senin iş yerinin yakınındayım. Eğer sen de beni istiyorsan gel. İstemiyorsan hayatından sonsuza dek çıkacağım...










12 Mart 2018 Pazartesi

SUS...!/29.BÖLÜM


29.BÖLÜM

İstanbul’a dönüş…

Aradan bir süre geçti. Mustafa’nın katillerini bulmam hayatımda yeni bir sayfa açmış biraz olsun beni rahatlatmıştı ama yeterli olmamıştı. Çağrı hakkında bildiklerimi ortaya koymazsam vicdanım beni sürekli rahatsız edecekti. Sürekli aynı soruyu soruyordum kendime. Ya Çağrı karısını öldürdüyse? Annesi bile damadını haklı buluyor, aldatılmış terk edilmiş mağdur koca gözü ile bakıyor. Ya gerçek böyle değil ise?  O mezar da yatan ya Ece ise? Ben bunu bile bile susacak mıyım? Mustafa’yı kimin bıçakladığını söyledim katillerin bulunmasını sağladım. Peki Ece ‘ye ne olacak?
Bu sorular günlerce beynimi yedi bitirdi. Annemle konuştum. Tamam haklısın kızım ama Çağrı senin peşini bırakır mı sanıyorsun? Eli kolu uzun biri, ya bulursa bizi? Kendini belli etmeden olayın çözülmesine yardımcı olsan dedi. Olur dedim. Ancak bunu yapabilmem için İstanbul’a gitmem gerekecekti. Annem seni yalnız göndermem dedi. İkimize de uçak bileti aldık. Tarçın’ında kulübesine üç dört gün yetecek kadar mamasını ve suyunu koyduk. Zaten dönme işimiz uzun sürecek olursa güvenliktekileri arar su ilavesi ile mama koymasını isteyebilirdim çok tatlı çocuklardı. Onu bırakmayı istemiyordum ama yapacak başka bir şeyde yoktu. Artık iki tane kimlik kartıyla dolaşır olmuştuk. Yani biri Çağı’nın aldığı kimlik diğeri ise annemin ikimize çıkarttığı kimlik. Evde hazırladığımız bir zarfın içine gazeteden kestiğim harflerle “KIZINIZ ECE KAÇMADI. ÖLDÜRÜLDÜ. KOCASINA SORUN. SİNOP” yazısını yapıştırdım. Bunu birçok filmde görmüştüm. Yani kimliğini gizlemek isteyen kişi, işte el yazımdan kimliğim anlaşılır diye korktuğu için gazeteden kestiği harflerle not yazıyor öyle gönderiyordu. Birde İzmir Özdere’den gönderemezdim bu notu. Sonra annemle beraber küçük bir pansiyona geçtik. Amacım birkaç gün burada kalıp neler olabileceğini görmekti. Çünkü Ece’nin ailesi bu notu alıp da susacak bir aile değildi. Mutlaka polise bu notu göstereceklerdi. Yani ben arı kovanına çomağı sokmuştum ve bekleyecektim. Annem benimle nerede olursa olsun sorun etmiyor aksine gözümün önümde ol bana yeter diyordu. Benim tahminime göre bir iki güne kadar bu olay patlak verirdi.
Evet, tamda böyle oldu. Tam iki gün sonra tüm medya bunu konuşuyordu. Bütün her şey yeniden ortaya konuldu araştırılıyor deniyordu. Çok heyecanlanmıştım ama olmadı, planım tutmadı. Çünkü Çağrı’nın avukatları hemen bir açıklama yapmış bu bir komplodur, iftiradır falan diyorlardı. Karısının o eve hiç gitmediğinden bahsediyorlardı. İsimsiz gelen bir nota kim inanır diyorlardı. Ardından Çağrı’nın Sinop’ta ki evine kadar ulaşıldığını ama hiçbir şey bulunamadığını söylüyorlardı. Annemle ikimiz şaşırmıştık. Tamam eli kolu uzun biriydi ama Sinop’a kadar ulaşıldıysa o mezarı nasıl bulamazlar? Allah’ım kafayı yiyecektim. Sonunda annemle oturup bir plan yaptık. Bu plana göre,    




11 Mart 2018 Pazar

SUS...!/28.BÖLÜM

28.BÖLÜM

Vicdanımın sesi…

Metin amcaya ben o aileye yardım etmek isterim ama benim yaptığımı bilmemeleri lazım. Duyulursa peşime düşerler. Bir annem var. Size versem bir miktar para onlara verir misiniz dedim. Olmaz ben alamam kızım. Seninle beraber gidelim mahalleye sen kendin ver dedi. Çaresizce gittim onunla. Kapıyı çaldı. Daha önce tanıştığım o minik kız açtı kapıyı arkasında da annesi. Metin amca, kızım hadi sen içeriye git annenle yalnız konuşacağız deyip bu para verme olayına küçük bir çocuğun şahit olmasına izin vermedi. Çocuk içeriye gidince kadına, bu hanım size yardım edecekmiş. Ben kendi versin istedim. Sen gururlu bir kadınsın bilirim. Kocan rahmetli çok iyi bir adamdı. Çocukların için almak zorundasın. Zaten bu hanım da çocuklarının geleceği için vermek istiyor deyip parayı kadının avucuna koyuverdi. Kadın paranın çokluğunu görünce şaşırdı tabii. Ama bu çok para dedi. Ben de ona başınıza gelenleri duydum. Belki buralardan taşınmak istersiniz yani güvenliğiniz için. O yüzden veriyorum. Babamın vasiyeti idi. Bu parayı ihtiyacı olan birine ver demişti. Ben de onun vasiyetini yerine getiriyorum diye onu rahatlatmak için yalan söyleyiverdim. Aldı tabii. Neredeyse elimi öpercesine. Evet dedi gideceğim buralardan. O adamların ne yapacakları belli olmaz. Çocuklarım için…
O andan itibaren içimde ki o rahatlığı o sevinci uzun zamandır hissetmemiştim. Saki o iki küçük çocuğun hayatlarını kurtarmıştım. Yani verdiğim para böyle kiralık bir evde oturan bir aile için çok para olabilirdi ancak elbet yıllarca yetecek değildi farkındaydım. Ama en azından bir müddet yetebilirdi. Sadece kadına gideceğiniz yeri bence kimseye söylemeyin demekle yetindim ve oradan ayrıldım.
Annem benden haber bekliyordu. Sesimi duyunca rahatladı. Yine de fazla kalma kızım özellikle de o mahallede. Belki o adamlarda oralardadırlar dedi. Aynı şeyi metin amca da söylemişti. Tamam anne hemen yola çıkıyorum dedim.

10 Mart 2018 Cumartesi

SUS...!/27.BÖLÜM



27.BÖLÜM

Kendimle hesaplaşmam…

Şu an ne yapacağımı şaşırmış durumdayım. Marketçinin anlattıklarını bir parkta oturmuş düşünüyorum. Annemi aradım anlattım öğrendiklerimi. O da benim için endişeleniyor. Dikkat et diyor. Haklı tabi. Karşımda azılı katiller var. Kimse baş edememiş ben mi edeceğim. Beni bile gözlerim görmüyor dememe rağmen bıçakladılar. Aslında öldürmek için vurmuşlar ama sanırım giydiğim kıyafetten pek derine sokamamışlar bıçağı. Hadi zavallı adama kızmışlar para vermedi polise şikayet etti diye. Ya ben onlara ne yaptım? Gerçi ahlaksızlığın, zorbalığın kılıfı mı olur? Peki ben şimdi ne yapmalıyım? Susmalı mıyım? Yoksa o iki küçük masum çocuğun hatırına konuşmalı mıyım? Ya sonra polisten nasıl kurtulacağım? Gözlerim kör dedim onlara bu suç sayılmayacak mı? Onları yanılttım.
İşte bu soruların cevaplarını bulmak için birkaç saat parkta oturduktan sonra kendimi yine o mahallede ki markette buldum. Uzun uzun baktım amcamın yüzüne. Ne oldu kızım bir şey mi istiyorsun dedi. Kıvrandım…Kıvrandım…Marketten çıkıp yürümeye başladım. Nasıl söyleyeceğimi ya da söylemem gerekip gerekmediğini kendi içimde çözememiştim ki. Tekrar girdim markete. Amca ben size bir şey söyleyeceğim ama yapamıyorum korkuyorum dedim. Amca da korkuyla yüzüme bakmış gel şuraya bir otur kızım korkma ne oldu deyince birden ben o katilleri biliyorum yani tanıyorum deyiverdim. Amcanın şaşkınlıktan bana bakan suratının bembeyaz olduğunu görebiliyordum. Sonra anlattım her şeyi bir bir. Haklısın bunlardan korkmakta. Ama vicdanın seni ta buralara kadar getirmiş madem, artık susma zamanı değil konuşma zamanıdır dedi. Ben de seninle gelirim torunumu çağırayım baksın markete gidelim polis karakoluna. Beni orada sever sayarlar. Sana zarar gelmesine asla izin vermem. Madem ki sen zavallının kanının yerde kalmamasını istiyorsun. O sabilere yardım ediyordun ben de sana yardım edeceğim dedi ve beni karakola götürdü. Kapıda ki polisten çaycısına kadar herkes tanıyor hürmet ediyor “Oooo…Metin abi” diyen eline sarılıyordu marketçi amcanın.
Ben de bu durumu görünce daha rahatladım. Anlattım gördüklerimi. Bazı yerlerini değiştirerek tabii. Mesela gözlerim görüyor ama yakınımdakileri görüyorum dedim. Onları da gördüm ama konuşursan seni bulur öldürürüz dedikleri için korktum sustum dedim. Tabii yeni kimliğimden hiç bahsetmedim. Yani beni orada Çağrı’nın bana çıkarttığı Asya Kaya olarak bilmeye devam ettiler. Beraber gittiğim polis sayesinde gizli tanık sıfatıyla adlandırıldım. Yani kimliğim hiçbir zaman açıklanmayacak gizli tutulacak dendi. Ben de gördüğüm tüm detayları verdim. Birinin yanağında bir yara izi vardı onu söyledim. Yani dikiş atılmış gibi çok belirgin bir izdi. Zaten görsem hemen tanırım dedim. Diğerinin kolları da hep dövme doluydu. Benim ağzımı eliyle kapatınca görmüştüm. Bunun üstüne bana bir sürü fotoğraf gösterdiler. Bazı suçlardan aranan ya da suç işlemiş kişiler. Fotoğraflara bakarken hemen o yaralı yüzlüyü tanıdım. Bu dedim. Ama kolları dövmeli olanı bulamadım. Sorun değil konuştururuz onu zaten ikili takılıyorlar biliyoruz o dediğin kişiyi dediler bizde Metin amca ile oradan ayrıldık.

9 Mart 2018 Cuma

SUS...!/26.BÖLÜM



26.B ÖLÜM

O ev…

Şu an kapılarının önündeyim. Müstakil bahçe içinde bir ev. Giriş kapısını görebiliyorum. Kapıda bir sürü terlik ayakkabı var. İçerinin dolu olduğunu anlıyorum. Keşke biri dışarıya çıksa da bir şeyler öğrensem diyorum. Evet, tam da istediğim oldu. O gün hastane de feryat eden küçük kızı görüyorum. Bahçe kapısına doğru ilerliyor. Tam yanımdan geçiyordu ki kolundan tuttum. Canım burada bakkal nerede diyorum. Ben de oraya gidiyorum şu tarafta diyor. Ben de seninle gelebilir miyim deyince sessizce bana bakıyor bir şey demiyor. Ama konuşturmam lazım.
-Evinizde misafir var galiba kapı ayakkabı doluydu.
-Onlar misafir değil. Babama dua ediyorlar.
-Öyle mi, babana ne oldu ki?
-Babamı öldürdüler.
-Evet duymuştum canım çok üzüldüm. Kim yapmış peki bulundu mu?
-Hayır, annem polisler bulacak diyor.
-İnşallah canım.    
Bunları söylemişti o küçücük bedeniyle ama, duruşu, bakışı, anlatışı o kadar da minik değildi. Yani kendine ağır gelmişti belli ki.  O minicik bedeni omuzları çökmüştü sanki acıyla.  Bana bunları söylerken bile sesi titriyor gözyaşlarını içine akıtıyordu adeta. Aldı şekeriyle çay paketini eğdi başını öne, uzaklaştı yanımdan. Bense öylece bakakaldım arkasından.
Hele bakkala şekerle çayı deftere yazacakmışsınız annem sonra verecek dedi ya, bunu duyunca içim daha da parçalanmıştı. Bakkala sanki bilmiyormuş gibi bu çocuğun babasına ne oldu diye sordum. Öldürdüler zavallıyı. Bir markette çalışıyordu. Çok iyi dürüst biriydi. Yıllardır bu mahallede oturur. Kimseye zararı olmaz kendi halinde biriydi. Markete gece iki kişi gelmiş ya kasayı aç ya da canını alırız demişler. Zavallı Mustafa parayı vermemek için mücadele etmiş. Polise bildirmiş. Ama ellerinde delil olmadığı için bir şey yapılamamış. Adamlar buna kinlenmişler. Karısına söylüyormuş dikkatli olun diye.  Polise de demiş beni takip ediyorlar diye. Sonunda bir yerde sıkıştırmışlar bıçaklamışlar işte. Kimin yaptığı belli ama delil yok anlayacağın. Kadıncağız kaldı iki küçük çocukla ortada.   
Sizce bulunur mu katilleri dedim market sahibine. “Valla tahmin ediliyor. Var buralarda böyle haraççılar. Yediler çocuğun başını. Ama korkuyor herkes susuyor yani anlayacağın. Benden bile haraç alıyorlar. Ben bile susuyorum. İstersen verme. Sabah bir gelirsin dükkanım yerle bir edilmiş. Ben eski polis olmama rağmen baş edemiyorum veriyorum. Bana bir şey yapmasalar aileme zarar verirler. Adına da haraç istiyorsunuz alın demiyorum da hadi çocuklar ben sizin dedeniz sayılırım birer kendinize hediye alın benden deyip veriyorum. Ben de içime sindiremiyorum. İşte kesin onlardır diyoruz ama ispatımız yok. Kaç kişinin ocağını söndürdüler.

SUS...! /25.BÖLÜM


Yolculuk…  

Bir çanta dolusu para, yeni kimliklerimiz ve Tarçın ile yeni hayatımıza doğru yola çıkmıştık. Yolculuğumuz çok uzun sürdü. Anneme önce bu yaralanma işinden bahsetmeyecektim ama evin önünden ayrılırken taksiye eşyalarımızı taşımak zorunda kalınca dikişlerimi riske atmamak için söylemek zorunda kalmıştım. Yol üstünde birçok kez motellerde mola verdik dinlendik. Ama annemin ısrarı üzerine bir sağlık ocağına uğrayıp pansuman yaptırdık ve yolumuza devam ettik. Sonunda Özdere’ye gelmiştik. Hemen bir otele yerleştik. Birkaç saat dinlendikten sonra en yakın emlakçıya gittik. Bahçeli bir ev aradığımızı söyledik. Emlakçı birkaç ev gösterdi sonunda da birinde karar kıldık. Diğerlerine göre daha küçük ama bakımlı bir evdi. Kapısında da güvenliği olan küçük bir site içinde bulunuyordu. Özellikle güvenlikli olması bizi çok rahatlatmıştı. Annemde çok beğenmişti bu evi. Tarçın için kulübe bile vardı. Hem de daha önce ki ev sahipleri tarafından özenle yaptırılan oldukça konforlu bir kulübe idi. Hemen tuttuk evi sonra otelimize geri döndük. Sıra evin içine eşyalar almaya gelmişti. Annemle bu işler için koşuşturmak beni hiç yormuyor hatta son derece mutlu ediyordu. Kenan bana hele bir evlenelim sonra rahat rahat eşya seçer senin istediğin gibi döşeriz evimizi demişti. Ama sadece lafta kalmıştı. Gerçi kendi evimizin yanında Kenan’ın evi saray gibi gelmişti. Çünkü bizim öyle güzel, büyük bir evimiz hiç olmamıştı. Kenan’da zevkli adamdı evini de çok güzel döşemişti ama işte yeni evleniyorum o heyecanı kendim yaşamak istediğim şeyleri almak istiyordum ama kocamın bencilliği yüzünden bu da nasip olmamıştı. Oysa şimdi annemle beraber zevkle eşyalarımızı  almış ve yerleşmiştik.
Kendimi rahatlatmak için, her şey güzel, tehlikelerden uzağım, annem yanımda diyordum ama o hastanede çocukların ağlamaları, baba diye feryatları gözümün önünden hiç gitmiyordu. Bir hafta sonra anneme dayanamayacağımı Sinop’a gidip o çocukları göreceğimi söyledim. Annem önce itiraz etti, ya Çağrı seni görürse, arıyorsa bunca emek boşa gider en önemlisi hayatın tehlikeye girer dedi ama dinletemedi. Çünkü gözüme uyku girmiyordu. Tanınmamak için başımı örttüm uzun bir kıyafet giydim ve Sinop’a gittim. İlk işim hastanenin morguna gitmek oldu. Görevliye ölen kişinin ev adresine ulaşmam lazım, benim kardeşim olurdu ben yıllardır görüşmüyordum küsmüştük ama yeğenlerim için bulmalıyım dedim. Görevli bana senin doğru söylediğini nereden bileyim. Adam normal yoldan ölmemiş ki, öldürülmüş deyip adresi vermeyi reddetti. Görevliye, ne olur ya benim içim yanıyor. Bir aileye yardım etmiş olacaksınız deyip masasının üzerinde duran kayıt defterinin arasına 200 lirayı sıkıştırıverdim. Gördü ama görmemezlikten geldi ve ikna olmuş gibi tamam deyip adresi bir kapıda yazdı.